|
Labirent
Aczimizi kendimizden gizledik, kendimizi bir şey sandık, benliğimizi büyüttük, bize bağışlanmış meziyetleri kendimize mal ettik, küçük meseleleri taşıyamayan idraklerimizle büyük meseleleri harman etmeye kalktık, altından kalkamayınca küçük meselelere geri dönerek onları büyüttük, her şeyi aslı astarı olmayan bir ağız kalabalığına çevirdik, şimdi içten içe canımızı sıkıyor gibi sanki bu oyun ama geri dönemiyoruz, çünkü büyük konuşmaya, iddialar savurmaya, ismimizin önüne havalı sıfatlar eklemeye alıştık, hayatı kendimizin bir 'lansman'ına dönüştürdük, bu şişkin karakterlerle dönebileceğimiz bir yer kalmadı, bütün bu kabuklardan soyunup arınacak mecalimiz de yok, arada sıkışıp kaldık, medya önümüze her gün bir aş koymasa muhtemel ki zihinlerimiz aç kalacak, koyuyor ki tıkınıyoruz, tıkındıkça şişiyor şişkinleşmeye zaten alışık benliklerimiz, kendimize iyi kötü bir yön tayin edebilmek için birilerinin kim olmadığımızı ikide bir yüzümüze vurması gerekiyor, yapmasalar yönümüzü bilemeyeceğiz, yapınca biliyoruz, onların tam karşılarında duruyoruz ve bu bizim yönümüz oluyor, bunda yanılmıyoruz çünkü bize karşı olanlar kim olduklarını, dolayısıyla da yönlerinin ne olduğunu hiç unutmuyor, onların bir istikrarı var, biz onların istikrarıyla yerimizi bilebiliyor, yönümüzü bulabiliyoruz, halimize şükredecek bir şeyimiz varsa işte bu, kim olduğumuza dair kafa yormadan yerimizi hala bulabiliyor olmak, aksi halde boşluğa doğru sürüklenip gitmemiz kaçınılmaz olurdu, kim olduğunu bilmeyenin ayağa yere basmaz, çünkü bir ağırlığı olmaz, nasıl olsun ki, günübirlik yaşıyoruz her şeyi, dünün meselesi bugüne kalmıyor, bugünün meselesinden de yarın hiç eser kalmayacak, tüketilip geçilen şeyler bunlar, çiğnenen sakız, ne geçmişe doğru bir derinliği var zihin gündeliklerimizin, ne geleceğe doğru bakan bir tasavvuru, ilk insanı ve ilk hikayeyi unuttuk, hepimiz hatırlıyoruz, dilimizden düşürmüyoruz ama unuttuk, unuttuk ve aldandık, kapıldık kargaşanın kara büyüsüne, sandık ki her günün başka bir hikayesi var, sanki alemde başka bir hikaye varmış gibi, ilk hikayenin devamı değil mi sonraki bütün hikayeler, biz hayatı esasa ilişkin olmayan bir sürü teferruata boğuyoruz her gün orası ayrı, bu teferruat olmasa bileceğiz hikaye hep aynı, Allah ve kulları var, teslim olup iman edenler var, olmayıp isyan edenler var, isyan edenlerin isyanları tam tekmil, teslim olduğunu söyleyenlerin teslimiyetinde gölgeler var, isyan edenler bir tarafa ayrıldığında diğer tarafa geçmekle teslimiyet tamam olur zannediyorlar, zannediyoruz, değil öyle o, değil çünkü teslimiyet sahiplerine özgü o ipeksi insanlıktan, o kristal halet-i ruhiyeden pek eser yok bizde, varsa da işte eser miktarı, bakıp da insanlığına özenilecek durumda değiliz, bir nevi sarhoş, tek boyuta inmiş dünya ehliyiz biz de, herkes kadar kapılmış, herkes kadar yalınkat, herkes kadar özensiz, herkes kadar kalp yoksulu, herkes kadar herkes, böyle olmadığı ve olmayacağı belli de başka türlüsüne nasıl gidilir onu bilmiyoruz, dirayetimiz pas tutmuş kullanılmayalı, basiretimizse kırk kazığa bağlı, dedim ya en başta mecalimiz yok, alıştık böyle sığ sularda yüzmeye, dalgalar bizi boğar başa çıkamayız diyenimiz var, hakikatin kilidi çok açamayız diyenimiz var, kafamı yoran beni de yorar şurada eğlenip gidiyoruz diyenimiz var, bunlar derin meseleler o kadarını biz yapamayız diyenimiz var, ne yok, hakikatsiz olmaz, aşksız olmaz, gönülsüz olmaz, yanmadan pişmek olmaz diyenimiz yok, yani neredeyse yok, az da olsa var ama sözünü dinleyeni yok, az da olsa var ama dinleyip künhüne erişeni yok, az da olsa var ama alıp hakikati miktarınca sofraya getireni yok, neden yok, çünkü bu sofrada hakikati koyacak yer yok, yer bulup koysan kuru gürültüye katık olur gider, ne gelirse yalamadan yutuluyor bu sofrada, düzeni böyle, tabiatıyla hazım güçlüğü çekiliyor sonra, üstüne soda içiliyor, gazı çıkarılıyor, bir de üstüne hakikaten hakikatten bir şeyler içselleştirilmiş gibi yapılıyor, iç denen şey mideden ibaret kaldı ya, işte öyle, açlığımız hiç bitmesindi maksat, kaba tokluğun esiri olduk, boşa çok yol yürüdük, kendimizi boşa çok yorduk, gurbete düştük, gurbette mahsur kaldık, alıştık sonra buna, gurbeti vatanımız bilir hale geldik, içimizdeki o derin sıkıntıyı, o mübarek sıla hasretini hep havalı laflarla, büyük iddialarla, satılabilir çıkarsamalarla örtbas ettik, içimizin sesi zayıfladı, duyulmaz olmadan önce son bir fırsatımız var, şimdi içimize döndük döndük, dönmezsek artık buralıyız, kim olduğumuzu kim olmadığımızı söyleyenlerden bilebildiğimiz bu yerde, hafızasız, içsiz, kuru ve buna rağmen gürül gürül iddialı, şıkır şıkır havalı ve her sessizlik anında içine acıtıcı göktaşları düşen insancıklar olarak takılı kalacağız burada, sılaya dönmek için irade gerekiyor, vazgeçme iradesi, gidip durduğumuz her yerden ilk hikayeye geri dönme iradesi, vazgeçebileceğimiz ne var bir bakalım, gerçek şu ki, kendimizden, kendiliğimizden vazgeçtiğimiz kadar kolay olmayacak sonradan üstüne eklediklerimizden vazgeçmek, ama şart, ama olmazsa olmaz ve ancak, olursa olur!

“İstersen trilyona kadar say” dedi meczup, “yerinde sayıyorsan hepsi bir!”
#meczup
#Labirent
#hikayeler
8 yıl önce
Labirent
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi