|
Manzarasızlığın manzarası

Kara bulutlar güneşle insanların arasına girdiğinde her şeyin gerçek rengi perdeleniyor. Her şeyin üstünü puslu renk tonları kaplıyor. Hiçbir şey asıl göründüğü gibi görünmüyor, başkalaşıyor. Sanki hayatın neşesi kaçıyor, her tarafı derin bir keder kaplıyor. Güneşli havaların içimize saldığı heyecan, coşku kayboluyor, yerini adeta canını, canlılığını yitirmiş, insanın içini daraltan ağır bir atmosfer alıyor. Renkler değişmiyor belki ama renklerin adeta canı çekiliyor, hepsine bir hastalık, bir solgunluk iniyor. Dışımızdaki bu ağırlığın yavaş yavaş içimize de sirayet ettiğini hepimiz zaman zaman hissediyor, tecrübe ediyoruz. Tabiattaki her şey Allah'ın bir ayeti olduğuna, yaşanan her tabii hadise, hatta her hayret verici ayrıntı insana bir şey anlattığına göre, bu puslu havalarda da insanlar için bir ders olmalı diye düşünüyor insan bazen. Güneşi var eden Allah, güneşi kara bulutlarla perdeleyerek bize güneşsizliği yaşatıyor. Allah-u a'lem, hakikatle arasına perdeler, engeller, unutkanlıklar sokan bir insanlığın; nurunu, ışığını, canını, heyecanını kaybetmiş, renksiz, neşesiz, karanlık hal-i pürmelaline dair nice derslerle dolu bir ibret manzarası bu.



“Başımızın üstünde bir bulutun/ Güneşe asılmış gölgesi,/ Uzakta toz halinde dağılan/ Yoğurtçu sesi,/ Gün bitmeden başladı içimizde/ Yarınsız insanların gecesi” diyor Tanpınar merhum, hayata puslu bakan bir şiirinde.



Tabiat bizimle konuşuyor, bize dokunuyor, şakalar yapıyor, başımızı okşuyor, bazen hafifçe, bazen daha sert uyarıyor, bizi kendimize getirmeye, uyandırmaya çalışıyor, durmadan değişiyor, yenileniyor, sararıyor, soluyor, kuruyor, sonra yeniden canlanıyor, yeşeriyor, hayatı renklerine boyuyor, devranını kendi ritminde sürdürüyor, bize hikayemizin kaybettiğimiz kısımlarını hatırlatmaya çalışıyor, güzeli, güzelliği hiç durmadan örnekliyor, unutkanlığımızı bıkıp usanmadan kulağımıza fısıldayıp duruyor, dikkatimizi çekmek, uyandırmak için ne gerekiyorsa yapıyor ama biz meşguliyetlerimizin kör kuyularından bakışlarımızı bir türlü alıp bunların farkına varamıyoruz.



Görmeyenin engeline körlük diyoruz, peki bakmayanınkine ne diyoruz?



“Çift sürüp ekin biçmeyen/ Meydana sofra dökmeyen/ Arının kahrın çekmeyen/ Ne bilsin balın kıymatın?” demişler bir türküde balın kıymetini bilenler.



Bir zamanlar, sabahları kuş sesleriyle uyandığımız yere vatan diyorduk; o cephe düştü, farkında olmadık. Heyhat, kuşları da çocuklar gibi hiç savunmadık!



Arkamızı dönüp gittiğimizde bütün güzellikler arkamızdan gelecek zannediyorduk, oysa hayat yöneldiğimiz şeye dönüşüyor, onun şeklini alıyordu.



“Hayallerim olduğunu hep kırıldıktan sonra anlıyorum” dedi ve gözlerini kapatarak kendi kelimelerinin birer ateş topuna dönüşerek içinin derinliklerine düşmesini görmeye çalıştı.



Her yağmurla yağmurca, her ırmakla ırmakça, her çiçekle çiçekçe, her rüzgarla rüzgarca konuşan insanlar da var.



“Ya açan bir çiçek ol” dedi meczup, “ya konan bir kelebek!”


#Manzarasızlık
#Meczup
7 yıl önce
Manzarasızlığın manzarası
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak