|
Noksanını görmeyen, fazlasını bilmeyen

“Bana karışmayın, ben canım ne isterse yaparım!” diye bağırdı biri, öfkeyle. “Peki canın da sen ne istersen yapar mı?” diye sordu sadece diğeri, sakin.


Mevcut halimizden bir şikayetimiz yok herhalde ki, durmadan şımartıyoruz kendimizi, durmadan besliyoruz doymakbilmezliğimizi. Daha iyi hayat standartları, daha konforlu mekanlar, daha iyi yemekler, daha fazla imkan, daha fazla para, daha fazla medya, daha fazla şu, daha fazla bu... Neden şımartıyoruz kendimizi? Her an daha fazla insan olmaya çalışan gayret sahibi biri olduğumuz için mi? Değiliz. Her gün daha olgun bir kişilik, daha merhametli bir kalp ve daha müdrik bir zihin sahibi olabilmek için didinip durduğumuz için mi? Hayır, böyle bir gayretimiz olduğuna dair doğrulayacak hiçbir delil yok çoğumuzun elinde. Aksine, her geçen gün akıntıya biraz daha kapılıyor, bizi daha fazla insan kılmaya yarayacak her hayırlı vesileden uzaklaşıyoruz gitgide. O halde neden şımartıyoruz durmadan kendimizi. Daha fazla gamsızlaşmak, unutmak, yabancılaşmak, yozlaşmak için mi? Hayatın sabun köpüğü zevklerine daha fazla dalıp insanlığımızın aslî gayelerinden daha uzağa düşmek için mi?

“İnsanın gayesi insan, hayatın gayesi hayat, süratin gayesi sürat, düşünmenin gayesi düşünme, sporun gayesi spor, yemenin gayesi yemek, şehvetin gayesi şehvet, ticaretin gayesi ticaretten başka ne olabilirdi? Kendi merkezi etrafında her gün biraz daha süratle dönmekten başka bir şey yapmayan insan, atlı karıncada gözlerini kapayan çocuğun kilometrelerce uzaklara gitmesi hayaline benzer bir ilerleme vehmi içindedir. Ben’inin tatmin edildikçe artan ve her gün biraz daha maddî bir mahiyet alan isteklerini karşılamaktan başka neye çalışıyor?” diye yazmış ‘Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nda Peyami Safa, rahmet olsun.

Bir de şunu düşünün; hemen arkasından pişmanlık gelmeyen bir günah ne hisseder?

Yaşamak, nabzımızın atması, nefes alıp vermemiz, kanın damarlarımızda dolaşması, gözün görmesi, kulağın işitmesi, tenimizin dokunduğunu hissetmesi, dilimizin tad alması, sesimizin kelimeler taşıması, sıcaktan yanmamız, soğuktan üşümemiz, bir adımın ardına diğer adımı eklememiz ve vücudumuzun kabiliyetiyle yaratıldığı daha bir çok şey, tabiri caizse insan makinesinin kendi işleyişi... Bunun üstüne biraz insanlık koymaksa bize düşüyor. İşte şükürsüz gafiller gibi bundan kaçmaya, kaçınmaya çalışıyoruz?

“Ferhat’ın sevgilisine kavuşmak için deldiği dağ, benim devirmek borcunda olduğum nefse göre bir kum tanesi” diyor Üstad Necip Fazıl, mekanı cennet olsun.

Nefsi kendisinden memnun olmadığını görsün diye, her aynaya baktığında surat asıyordu.

“Herkes birileri beni beğensin diye can atıyor” dedi klavyenin başındaki. “Çünkü bunu kendileri yapamıyor” dedi ayaktaki.

Heva ve hevesinden gelen her aç sese, can kulağını tıkayan insanlar da var.

“Nefislerine uyup bulamadılar kendilerinde noksan” dedi meczup, “bugün hepsi kabristanda yer ile yeksan”

#İnsan
#Yaşam
6 yıl önce
Noksanını görmeyen, fazlasını bilmeyen
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak