|
"Ölüm bir melek elinde gelir"

Üç yıl önce İstanbul''da bir dergi bürosunda gördüm ilk ve son kez Erdem abiyi... İki saate yakın bir zaman birlikte oturduk, sohbet ettik. Bugün ondan sözederken gönül rahatlığıyla "abi" diyebilmeme yetti o iki saate yakın zaman... Elbette çok uzun yıllardır ismiyle, eserleriyle, fikri ağabeyliğiyle tanıyordum kendisini; ama yine de iyi ki o iki saate yakın zamanı onunla geçirmişim diye düşünüyorum şimdi. Sanki uzun yıllardır tanışıyormuşuz da, bir süredir görüşme imkanı bulamamışız gibi davranmıştı o gün bana. Çok etkilenmiştim, çok ısınmıştı içim, iyi hatırlıyorum. O günlerde de sağlığıyla ilgili sıkıntıları vardı, bunlardan sözetmişti biraz... Ama daha çok başka şeylerden, hayattan, edebiyattan, insanlardan, dünyadan... Bu her şeye açık hali, bu her şeyle ilgili görüntüsü umutlandırmıştı beni... Oysa aklımda tutmam gereken bir şey vardı; Erdem abi için ölüm, hayattan, edebiyattan, insanlardan ve dünyadan hiç uzakta durmamıştı zaten. Ölüm, Erdem abinin şiirinde daima nöbetteydi. Neyin nöbetinde? Hayatı ve insanı anlamaya çalışan zihne ölümü unutturmama nöbetinde. "Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze/Kalsın titrek ve mavi elleriniz /Bekleyin geliyor ölüm usulca/Usulca girer koynunuza." dizelerinde olduğu gibi... Ve elbet, dünya çilesinin sonundaki aydınlık, gönül hasretinin nihayetindeki vuslat, "sonsuza açılan bir kapı" olarak karşılık buluyordu ölüm: "Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm/Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm"

Bu toprakların sesine sahip büyük bir şairdi Erdem abi, ama az sayıda şiiri vardı. "Çalışarak yazılmış şiirler değildir benim şiirlerim. İlhama dayalıdır. Ne yazık ki ilham da bu kadar geliyor" diyordu son söyleşisinde. Benim için çok anlamlı sözler bunlar... Şairlerin ilhamdan neredeyse hiç sözetmediği, şiiri kendi ruhlarının ayrıcalığı gibi gördükleri bir zamanda...

Başka bir vesileyle bu köşede Mavera dergisinin hayatımda nasıl önemli izler bıraktığını ifade etmiştim. O Mavera''ya ruhunu veren güzel adamlardan biriydi Erdem abi. O da Büyükdoğu''dan, Diriliş''ten, Edebiyat''tan beslemişti ruhunu. Necip Fazıl''dan, Sezai Karakoç''tan, Nuri Pakdil''den, Fethi Gemuhluoğlu''dan... Sonra Erdem Beyazıt ile birlikte Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaaddin Özdenören, M. Akif İnan da bu silsileye eklendiler. Bugün bu toprakların ruhuna tümüyle bigane değilsek, içine düştüğümüz kirli dolambacın içinde ruhumuzu elinden tutan bir "Sebep Ey" çınlaması varsa eğer, bu ferahlık çevresini aydınlık tutan dert sahibi, meselesi olan bu insanların akıl ve gönül gayretlerinin eseridir. Onları yeniden değerlendirmenin, çürümeye yüz tutmuş bütün bilinç yaralarımızı diriliş ruhuyla yeniden sarıp sarmalamanın, doğumla, ölümle ve arasındaki büyük imtihanla yeniden yüzleşmenin yolunu bulmalıyız. Erdem abinin vefatı tıpkı önden giden diğer güzel adamlar ile olduğu gibi azaldığımızın, hem de çok azaldığımızın farkına varmalıyız. Bugün kendi kimliklerimizin yerini bulmak konusunda zorluk yaşıyor olsak da bizim bir ruh ve fikir tarihimiz var. Bir medeni kökümüz, bir dilimiz, evveliyatımız var. Yolunu kaybetmiş, özünden başkalaşmış sürgünler olmak istemiyorsak, ruh kandillerimizi yakıp gece karanlığında da olsa bizi ruh köklerimize götürecek yolu yeniden bulmalıyız.

Allahın rahmeti seninle olsun Erdem abi, nur içinde yat...

16 yıl önce
"Ölüm bir melek elinde gelir"
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi