|
Parantezler

İnsanlar artık nerede duracaklarını bilemiyorlar. Hangi zeminin üstünde? Hangi gökyüzünün altında? Hangi kargaşanın dışında? Hangi dinginliğin içinde? Hangi doğruluğun yanında? Hangi yanlışlığın uzağında? Sorular çoğaltılabilir; ama hepsinin aslında aynı soru olduğu gerçeği değiştirilemez. Bilmek istediğimiz, kim olduğumuzdur. Kim olduğumuz hakkında bir fikrimiz olsaydı; zaten durmamız gereken yerde duruyor olacaktık. Sonuna soru işareti eklediğimiz bütün cümleler ele veriyor bizi. Biz kim olduğumuzu ve yerimizin neresi olduğunu bilmiyoruz. Kendimizi tanıtmakta kullandığımız o aciz kelimeler, koskoca belirsizliğimizi belgelemekten öte bir işe yaramıyor. Kim olduğumuzu söylüyorsak, o değiliz aslında. Nerede durduğumuzu iddia ediyorsak, orada değiliz. Panik içinde sarıldığımız o cevaplar gerçek olsaydı, hiç sorumuz olmazdı. Ama biz, dışımızdan atsak da, içimizden atamıyoruz o soruları. Belki başka hiçbir adreste değil, sorularımızın gösterdiği o adreste bulabilirler arayanlar bizi.

Duracak bir yer bulamamak, bazen, durulacak yerlerden hiçbirini benimseyememek anlamına gelir.

Gözümüzün seğirmesi neye işarettir? Ya kulağımızın çınlaması? Bu tuhaf haller, vücudumuzun küçük parçalarının, aniden konuştuğu lisanı terkedip bilmediğimiz başka bir lisana geçmesi gibi şeylerdir. Neden olduklarını bilemeyiz. Buna rağmen fizyolojik olarak birşeylerin yolunda gitmediğine işaret olabileceklerini pek düşünmek istemeyiz. Onları daha çok, hayatımızı değiştiriverecek bir telefon sesi, tatlı sürprizler hazırlayan bir kapı zili gibi sevinçli bir beklentiyle yorumlarız. Ruhumuzun böyle tatlı bir refleksi vardır sanki ve biz, bilinmez olanı bulmak için, önce ve kararlılıkla "İyi İhtimaller Kutusu"nun kapağına uzanırız hemen. Bunu hepimiz yaparız. İçimizin ümit kandilleri hiç sönmez. Oysa yaşadığımız o uzun ve zor hayat; çatık kaşlı bir öğretmen edasıyla defalarca kulağımızı çekerek, kötü ihtimalin aslında büyük ihtimal olduğunu hatırlatmıştır hepimize. Yine de biz, ne zaman gözümüz seğirse heyecanlanır, ne zaman kulağımız çınlasa hayra yorarız. Ruhumuzun böyle bir refleksi olmasa; herhalde bu uzun ve zor oyunu sürdüremezdik. Hele mantığımız sık sık bütün ümitlerin tükendiğini fısıldarken kulağımıza... Ama böyle olmaz. Her defasında yıkılır ve her defasında yeniden ayağa kalkarız. İçimizdeki o kaynağı belirsiz heyecan, bilinmez bir enerjiyle karşı çıkar bütün uğursuz yargılara. Bir hayat seğirmesi ya da bir sevinç çınlaması gibi... Açıklayamayız ama yine de uyarız bu direnç çağrısına.Yola devam ederiz. Damarlarımızda dolaşan o uçarı hayat kıvılcımı bir yolunu bulur ve yeniler kendini. Bugünün bakış perspektifiyle bakıldığında bu yenilenme, en az gözümüzün aniden seğirmeye ya da kulağımızın durduk yerde çınlamaya başlaması kadar tuhaf ve beklenmedik bir rota değişikliği gibi görünür gözümüze. Oysa rota her zaman sabittir; sadece biz dalgınlığımızdan sıyrılır ve zaten orada duruyor olan denizi farkederiz.

Deniz, içindeki bütün balıkları tanır; ama balıklar, bütün ömürlerini bu işe vakfetseler bile o koskoca denizi yine de tam olarak tanıyamazlar.

Gökyüzü, kanat çırpan bütün kuşlardan haberdardır; ama o kuşlardan hiçbiri, o koskoca gökyüzü hakkında tam bir fikre sahip olamazlar.

Dünya, yaşanmış bütün hayatların şahididir; ama insanlar, o küçücük hayatlarında, ne büyük bir devrana şahitlik ettiklerini bir türlü kavrayamazlar.


25 yıl önce
Parantezler
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’