|
Parantezler

Havalar mevsimlerle tezata düşüyor. İnsanların hayatla tezata düşmesi gibi... Kalabalıkların içindeki o büyük ıssızlık giderek büyüyor ve her yere yayılıyor. Sessizliklerin içine gizlenen sonsuz karmaşa, ruhları yavaş yavaş ele geçiriyor. Ağızlardan çıkan sözcüklerin sayısı arttıkça, konuşmak imkansız hale geliyor. Mutlaka görülmesi gerekenler çoğaldıkça, gözler görme yeteneklerini yavaş yavaş kaybetmeye başlıyor. Güzelliğin bilimsel tanımları ortaya çıktıkça, çirkinliğin esrarlı varlığı bütün köşeleri dolduruyor. Çareler sayfalar boyu alt alta sıralandıkça, dertler ömürler boyu üst üste yığılıyor. Temizlik bütün dillerden dökülen bir nakarata dönüştükçe, kir karşı konulmaz bir ısrarla demir atıyor hayata. Bilgi ortalığa düştükçe, cehalet sıradanlaşıyor. Aşk eşi bulunmaz bir ikon gibi kutsandıkça, küçülüp azalıyor büyüsü kalplerde. Lambalar bütün caddeleri aydınlattıkça, içimiz tarif edemediğimiz bir sıkıntıyla karanlıklaşıyor. İnsanlar çelişiyorlar insanlıklarıyla. Hayat çatışıyor yaşamakla.

Bize bir isim koymasalar, kendimizi hiç bulamayacak mıydık?

Hayat sözlerin cesaretini kırıyor. Hepimiz, içimizde söylenememiş sözlerin yükselttiği sıradağlarla yaşıyoruz. Öyle ki, söylenmiş sözünün birkaç katı söylenememiş sözü var çoğumuzun. Böyle olunca, ruh ülkemizin en verimli topraklarını da içimize kilitlemiş oluyoruz. Üstelik orada rahat da durmuyorlar. İçimizde kıpır kıpır bir aşkla sürdürüyorlar canlılıklarını. Onların bu ele avuca gelmez varlıkları, zorluyor hayata sürülmüş bedenlerimizin sınırlarını. Doğumu olmayan bir doğurganlık gibi bu başımıza gelen. Hırpalıyor bizi.

Tabii hayatın yasaklarını delen, dünyanın filtrelerinden geçen sözlerimiz de var öte yanda. Ama onlar yetmiyor yaşamaya. Yetmiyor volkanından kurtulamayan bedenlerimizi taşımaya. Hep eksik kalıyoruz. Hep kaçırıyoruz yaşama fırsatlarını. Aşk geliyor kapımıza. Yutkunabiliyoruz sadece. Öfke geliyor bütün hırçınlığıyla. Görmezden geliyoruz. Heyecan yolluyor kuşlarını dilimizin ucuna kadar... Sımsıkı kapatıyoruz dudaklarımızı. Hayat acımasızca önlerini kesiyor cümlelerimizin ve cesaretini kırıyor sözlerimizin. Öyle uzun yaşadık ki kısacık ömürlerimizde; ancak bu kadar yorulabilir bir ölümlü ölmeden önce.

Gerçek yorgunluk şöyle bir şey: Ruh uçmaktan başka birşey bilmeyen bir kuş olur ve beden uçmayı hiç bilmeyen bir kafes...

En fedakar halinizi takınsanız; bana en fazla ne bağışlayabilirsiniz? Umutlarınızdan birkaçını verebilir misiniz örneğin, salıncaklar kurayım diye dallarına. Söyleyebilir misiniz yüzüme duygularınızı, arınıp sükunetinizden. Belki iyiniyetlerinizle donatırsınız beni de, güvenliği içerim kelimelerinizden. Belki bir tarifimi yaparsınız kendinizi tutamayıp, emin olurum aynada kimi gördüğümden. Belki varlığınızdan küçük bir hisse bağışlarsınız bana da, kıvrılıp uyurum sıcaklığınızda. Belki yüzüme bakar ve benim en ürkek yerlerimin farkına varırsınız tek tek. Belki dokunur ve tamamlarsınız hayatamın aksayan bütün devrelerini. Söyleyin en fedakar halinizi takınsanız, ne yapabilirsiniz benim için? Ve söyleyin, ben ne yapabilirim sizler için?

Kendinizi bir parça eksiltmeden, beni bir parça çoğaltamazsınız içinizde.

Evimin sokağa bakan bir penceresi vardı. Aldım onu başka bir duvara götürdüm. Artık denize bakıyor!

Penceremden denize bakıyordum. Kapattım gözlerimi. Şimdi deniz bana bakıyor!

Güneş denize düşüp oradan yansıyordu. Kapattım düğmesini. Artık deniz güneşe çıkıp oradan yansıyor gözlerime!

Hayatın bir şaka olduğunu düşünürdüm hep. Birgün dokundum. Şimdi bir şaka olduğumu düşünüyor hayat!


25 yıl önce
Parantezler
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak