|
Plağın üstündeki sinek

Yaşayanların büyük bir kısmının sözlerin cakasına, fiyakasına takılıp kaldığı bir dünyada anlama yeni bir pencere açmak, hissedişlere bir yenisini eklemek, söylenmiş sözlere başka türlü söylenmiş yeni bir söz eklemeye çalışmak için didinip duruyoruz? Ne kadar beyhude bir çabaymış, ne kadar zavallıca bir ısrarmış gibi görünse de hayatın derinliklerinde insana yakışan, ona değer katan şey bu çünkü. İnsan, kendisini hayata bağlayan anlamı aramazsa, o anlamı taşıyacak kelimeleri bir araya getirmezse, vazgeçerse onları aramaktan bütün bütün, plağın üstüne konan bir sinek gibi boş yere şarkıyla birlikte dönüp duracak, şarkının tamamen dışında kalacak demektir.

“O dize, cümle ya da hikaye, maddi varlığını kendisinden daima daha çok çekecektir ilgimizi, çünkü güneşteki lekeler misali, bizler zayıf algıları olan, duyularımız tarafından kandırılan yaratıklarız, ancak edebi dil her ne kadar belirsiz, güvenilmez bir araç olsa da bazı mucizevi anlarda dünyayı görmemize yardım edecek güçtedir” diyor ‘Gezgin Kule ve Kitapkurdu’ kitabında Alberto Manguel.

Konuştuğumuz şeyleri sonu gelmeyen bir ip gibi şuursuzca elimize dolar hale geldik sanki. Sözlerin yumağı her geçen gün büyüyor, birikiyor elimizde. Sonunda ne yapacağız bu yumakla, orası meçhul?

“Nerede kalmıştık?” diye sordu söze nereden başladığını unutan. “Çok uzak bir yerde!” dedi usulca, kalabalıktan biri.

Bazen çok mu takıyoruz kafamıza acaba her şeyi, çok mu didikliyoruz yaşadıklarımızı diye düşünmeden edemiyor insan. Gerek kaldı mı bütün bunlara, bütün bu sancılı uğraşlara gerçekten? Bütün bu uğraşıp didinmeler bizi başkaları nezdinde sıkıcı, huzursuz, yanında kalınması zor insanlar kılmaktan öte neye yarıyor? Çoktan yaşamaya alıştı insanlar sürekli itiraz edip durduğumuz şeyleri yaşamaya, bunları hayat bilmeye. Sözler değiştirmiyor hiçbir şeyi artık. Keza yazılıp çizilenler... Hiç birinin yok artık böyle bir gücü. O kadar cılızlaştı, o kadar yalnızlaştı ki olan bitene karşı itirazlarımız, yok hükmünde artık neredeyse. İnsanın sadece kendine, sadece kendi kulağına söylediği yakıcı sözlere dönüştü hepsi. Neden yapıyoruz o halde bunu hâlâ? Değişmeyecekse hiçbir şey, neyin peşindeyiz biz? Neden tüketiyoruz kendimizi, hayatımızı, nefesimizi? Neden boş yere kanırtıp duruyoruz içimizi? Çünkü böyle, çünkü kolay değil, insanın her şeyi sürükleyip götüren bu sele kendini bırakması kolay değil... Kendi tarifine tutunmayı bırakıp kendini yabancı başka tariflere, hatta belki de sadece katı, kaskatı bir tarifsizliğe teslim etmesi kolay değil... Bu sancılar çekilecek, bu yalnızlık yaşanacak, yolu yok! Kendiyle ufacık da olsa bir bağı kalsın istiyorsa, akıntıya karşı kulaç atmanın yorgunluğunu göze alacak insan, kendi kendine konuşmayı, bunu yaparken içinin sıkılmasını, canının acımasını, kendi sesinin yankısının duvarlara çarpıp geri dönmesini göze alacak.

“Gölgenin: milyonlarca kımıldayan şekli ve çıkmaz sokakları. Büro çekmecelerinde, dolaplarda, bavullarda hep gölge vardı. Evlerin, ağaçların, taşların altında ve insanların gözlerinin, gülümsemelerinin ardında da gölge vardı. Ve dünyanın gece tarafında kilometreler boyunca gölge vardı yine” diye yazmış Sylvia Plath,

‘Sırça Fanus’ta.

Günün ve gecenin kullanılmış sözlerini süpürüp götürüyor her sabah, hayatın çöpçüleri.

Bir de şunu düşünün; dünyayı tıka basa dolduran sözler arasında kendisine hiç sıra gelmeyen bir söz ne hisseder?

“Dünya etrafına konuşma yapmaya hevesli insanlarla dolu” dedi beyaz saçlı adam, “keşke buna biraz ara verip gerçekten konuşabilsek!”

#Alberto Manguel
#Gezgin Kule ve Kitapkurdu
#Sinek
4 yıl önce
Plağın üstündeki sinek
“Gün ışığını bekler artık herkes”
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?