|
Rüzgarda ya da rüzgar yokken...

“Sanki kendi hayatını bir köşede yüzüstü bırakmış da” diye mırıldandı kendi kendine, “başkalarının yarım bıraktığı bir hayatı sürdürüyormuş hissiyle yaşıyorum”

Hepimiz bir savrulma hali içinde yaşıyoruz. Buna belli ölçüde dışsal şartlar zorluyor bizi. Ama dışsal şartların olmadığı yerlerde bunu kendi elimizle, gönüllü olarak yaptığımız da oluyor. Belli ki bir hal üzere olmak, bir hale kök salmak, kendimize dair bir tarife adam akıllı yerleşmek konusunda sıkıntılarımız var. Değişimi, hareketi, bugün burada, yarın orada olmayı, bugün böyle, yarın öyle yaşamayı istiyoruz daha çok. Bir şeyler sabitleşmeye yüz tuttuğunda hayatımızda, değişimi yavaşlatan bir şey olduğunda ölesiye sıkılıyoruz bu aksaklıktan.

Hareket hayatın tabiatında var, dolayısıyla insanın hareketi araması kadar tabii bir şey yok. Ama hareketin hızı da önemli... Atlıkarıncaya binmek eğlencelidir mesela... Ama normal hızında, farzımuhal bir arıza olsa ve normalden daha hızlı dönse başımızı döndürür, midemizi bulandırır bu anormal hareket... İnmek istersek de inemeyiz. Böylesine normal dışı bir hızda dönen atlıkarınca eğlence olmaktan çıkar, eziyetli bir mahkumiyete dönüşür bizim için. Hayatın hızının sürekli arttığı yeni yaşama biçimlerinin böyle sersemletici etkisi var bizim için. Hayatın hızı, değişimin seyri hızlandı, bu başımızı döndürüyor sürekli. Kendi normallerimizle irtibat kuramaz, yaptıklarımızın anlamına erişemez olduk. Üstelik istesek de inemiyoruz insanlığımızı bulandıran bu gözü dönmüş atlıkarıncadan, çıkamıyoruz dışına bu çılgınca döngünün.

“Rüzgar altındaki ağaç gövdesi rüzgar dindikten sonra nasıl eski duruş şekline geri dönerse, fakat aynı yönde esen rüzgara sürekli maruz kaldığında en nihayet bu yönde eğilir ve daha sonra eğildiği yönde büyümeye devam ederse; toplumsal ilişkiler de insan iradesini, insan bu ilişkilere uyum gösterinceye ve ilişkilerin zorladığı şeyleri önce gereklilik ve daha sonra kendi içinde kendisinden ayrılmaz bir irade olarak hissedinceye kadar kendi yönlerine eğip bükerler” diyor Alman düşünür Georg Simmel.

Gecenin geç vakitlerinde hayatın çılgın akışkanlığı yavaşlayıp yorgun argın kendi zihinlerimize döndüğümüzde ıssız bir boşlukta kılıyoruz kendimizi. Az önce izlediğimiz bir filmden hafızamızda hiçbir şey kalmamış, ne olup bittiğini hiç hatırlamıyormuşuz gibi... Bu boşluk hep var aslında hep hayatımızda ama biz onun ancak her şey o korkunç hızını kaybettiğinde, döngü az da olsa yavaşladığında farkına varabiliyoruz. Bu vakitler sadece boşluğun farkına vardığımız vakitler değil; o boşluğun içinde donup kalan insanlığımızla sarsıcı biçimde yüz yüze geldiğimiz vakitler aynı zamanda. Hayatın gürültüsünün bittiği yerde iç kulağımızı zorlayan uğultusu başlıyor başka bir deyişle.

İspanyol düşünür Jose Ortega Y Gasset şunları yazmış: “Eğer bir halkın bu korkunç çağı sağ salim atlatabilmesi isteniyorsa, alınacak önlemlerden biri, karınca kararınca, ama vazgeçilmez bir tanesi şu: O halkın içinde yeterli sayıda kişinin, üstünde konuşulan, tartışılan, uğrunda savaşılan ve insan boğazlanan bütün o fikirlerin ipe sapa gelmez ve son derece havada kalan şeyler olduğunu anlamasını sağlamaktır.”

Havada kalan afaki bir zihinle, yerçekimi kanununa boyun eğerek hızla aşağıya doğru düşen bir beden... Buna benzer bir şey bizim günlerimizin acıklı hikayesi...

“Her şeyi anlıyoruz aslında” dedi beyaz saçlı adam, “o her şeyin kendimizle ilgisini kuramıyoruz sadece!”

#Rüzgar
#İspanya
#Jose Ortega Y Gasset
4 yıl önce
Rüzgarda ya da rüzgar yokken...
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi