|
Sinema sanat mı, ticaret mi?

Küçük filmleri oldum olası sevmişimdir. Arkasında büyük yatırımlar olmayan, reklamı, tanıtımı yapılmayan, çoğu zaman salonlarda kendine yer bulamayan filmler... Küçük, yalın, minimalist hikayeler anlatan filmler yani... Şimdilerde ‘festival filmi’ diyerek küçümsüyor dev film şirketlerine abone olmuş yeni film tüketicileri bu filmleri... Akmıyormuş, sıkıcıymış, durgunmuş, çok kasıyormuş, kafa ütülüyormuş böyle filmler... Umursamıyorum hiç böyle lafları! Kıyıda köşede o filmleri aramaya, heyecanla oturup seyretmeye devam ediyorum. Benim gibi başka insanlar da var bu filmlerin izini süren. Ama yine de o küçük filmlerin yönetmenlerini rahat ettirecek kadar değil sayımız. Sinema bir endüstri artık, bir pazarı, bir müşterisi, dudak uçuklatacak büyüklükte sermayesi var. Bir filme milyon dolarlar yatırılıyor ve bir filmden milyon dolarlar kazanılıyor. Küçük filmlerin ne böyle bir sermayesi var ne böyle bir pazarı ne de kapılardan taşacak çoklukta müşterisi...



Oysa tam böyle başlamamıştı sinemanın hikayesi. Şöyle anlatıyor başlangıç noktasını Tarkovski çok değerli kitabı ‘Mühürlenmiş Zaman’da: “Henüz hiçbirimiz, geçtiğimiz yüzyıl gösterilen ve gösterilmesiyle birlikte her şeyi başlatan ‘Tren Geliyor’ adlı dâhiyane filmi unutmuş değiliz. Auguste Lumiere’in bu herkesçe bilinen filminin tek çevrilme nedeni, o günlerde keşfedilen film kamerası, şeridi ve gösterim aygıtıydı. Yarım dakikadan fazla sürmeyen bu şeritte, güneş ışığına boğulmuş bir istasyon, bir aşağı bir yukarı gezinen hanımefendiler, beyefendiler ve nihayet dosdoğru kameranın üstüne gelen bir tren görülmektedir. Ve tren yaklaştıkça o günün seyircilerinin paniği daha da artmış, hatta yerlerinden fırlayıp salonu terk edenler bile olmuştu. Film sanatı işte o an doğmuştur. Söz konusu olan yalnızca teknik bir olay ya da görünür dünyayı yansıtmanın yeni bir biçimi değildi. Hayır, orada o an, estetiğin yeni bir ilkesi doğmaktaydı.”

Estetiğin yeni bir ilkesi... Kuşku yok ki, insanı ve hayatı anlamanın ve anlatmanın farklı yollarını aramaktan söz ediyor bu kelimeleri bir araya getirerek Tarkovski. En başta sinema yerine ‘film sanatı’ demesi de bundan. Sinema insanın anlamı, güzelliği, derinliği arama serüveninin önemli araçlarından biriydi Tarkovski’ye göre. Şimdilerde endüstriyel sinemanın kâr marjını en çılgın seviyelere çıkarmak adına gömmeye çalıştığı anlayış da işte bu. Sinema sektörüne yatırılan para arttıkça sinema sanatına bırakılan alan daralıyor. Pahalı efektler, kolaycı senaryolar, karton karakterler ve seyirciyi sömüren şatafatlı prodüksiyonlar hikayeyi, hikayeleri, hikayelerin içine gizlenen hayatı durmadan kemiriyor.

Endüstrinin büyük paralar yatırdığı ‘proje’lerden gerçek sinema eserleri çıkması neredeyse imkansız artık. Filmler tüccar zihniyetlerin elinde rehin kalıyor, istedikleri kalıba döküyorlar onları. Sinema sanatı, istisnalar dışında, parası zar zor denkleştirilen küçük, bağımsız, samimi adanmışlıklarla ortaya çıkıyor, çıkabilir ancak.

Dediğim gibi, ben küçük filmleri seviyorum. Onları kıyı köşe arıyorum. Yeni keşiflerde bulunmaya bayılıyorum. Yönetmenlerin hikayelerini kendilerine özgü bir dille anlatma haklarına saygı duyuyorum. Seyircisini hafife alan, hikaye yerine tempo, efekt ve eğlence satan filmlerle aramdaki mesafeyi de özenle koruyorum.

Temel ilkem şu; sinema ancak bize kattıkları doğrularla meşruiyet kazanabilir. Maksadı bizi eğlendirmek, hoşça vakit geçirmemizi sağlamak ve bunun ticaretini yapmaksa o zaman sinemanın hayatımızdaki yeri tartışmalıdır.

#Endüstri
6 yıl önce
default-profile-img
Sinema sanat mı, ticaret mi?
‘Beşikten mezara kadar ilim’
Sarhoştum, hatırlamıyorum
Suçlu kim?
Vergi artışı yerine yapılacaklar
Gazze’deki soykırıma ‘istisnaî’ kılıflar..