|
Süngü çıkar!

Değerler matematiğinde her hesabın neticesi neden hep ‘insan’ın aleyhine çıkıyor bugün? Cevap basit aslında, iyiliklerin sayısı kötülüklerin sayısını geçemiyor. İyiliğe karşı iyilik yaparak, kötülüğe karşı kötülük yapanların sayısına yetişilemiyor. Dengenin kaybedildiği, nefislerin ekseriyetle kontrolü ele aldığı bir zamanda yaşıyoruz. Hemen hepimiz kendi nefsaniyetimizin elinde esir haldeyiz. Bütün gününü kendi küçük hayatına büyük hikayeler giydirme telaşıyla geçirenlerin, elbette günahlarıyla yüzleşmeye vakti kalmayacaktır. Olan bu, kendi egomuzun sarhoşluğuyla meşgul ve malul geçiriyoruz vaktimizi. Buradan kötülüğün yoğun taarruzlarını göğüslemeye yetecek kudrette bir iyiliğin sadır olmayacağı aşikar... Tabiatıyla, kötülük galebe çalıyor iyiliğe... Bunu değiştirebilmek için, bu insanlık tutulmalarını, bu körleştirici meşguliyetleri, bu çürütücü alışkanlıkları aşıp insanlığımızı tekamül ettirebilmemiz gerekiyor. Bu ancak nefsaniyetin kırılması ile mümkün olabilecek bir şey... İyiliğe karşı iyilik yetmiyor kötü gidişatı değiştirmeye; bizim kötülüğe karşı da iyiliği seçebilecek bir şuur ve kemal seviyesine yükseltmemiz gerekiyor insanlığımızı. Yanlışın ezberini bozmak, neticesi hayra çıkmayan matematiği değiştirmek zorundayız. Kötülük zincirini kırmanın, iyiliği öne geçirmenin başka bir yolu yok!



“İyiliğe karşı iyilik adalettir. İyiliğe karşı kötülük cinayettir. Kötülüğe karşı iyilik ihsan ve atıfettir ve insanlığın en yüksek derecesidir” diyor merhum Ali Fuat Başgil.

Kötülükle girilen her yolun, kötüleşerek verilen her mücadelenin sonu başından bellidir. Kötülük kaybetmektir. Olan bitene bakmaya hiç ihtiyaç olmaksızın kötüleşen yenilmiştir. Kötüye karşı girişilen her kavga, iyiliği savunmak adına değil midir? Kötüye karşı kötüleşmeyi göze alanın geriye savunacak nesi kalır?

“Ama bütün bu saçmalığı o başlattı!” dedi kendini savunan. “İyi ya işte, Allah bitirme imkanını da sana bahşetmiş! dedi ‘insan’ı savunan.

Durdular, tuttular kendilerini, bir nefes aldılar, bir derin nefes aldılar, bir derin nefes daha aldılar, o derin nefesler iyileştirdi onları, duruldular, sükûna erdiler, sükûna erdirdiler.

“Bir kum tanesinde dünyayı görmek için/ Ve yabanî bir çiçekte cenneti,/ Tut avucunda sonsuzluğu/ Ve ebediyeti tek bir saatte” diyor İngiliz şair William Blake bir şiirinde. Ve bir başka şiirinde de aynı yerden devam ediyor sanki: “...cennetini kendi sinende doğur/ Ve dünyayı ve tüm gördüklerini./ Dışta görünse de içtedir o,/ Su ölümlüler dünyasının gölgeden başka bir şey olmadığı hayalinde.”

Bir söz ancak karşılık bulduğunda bir diyaloga dönüşebilir. Kötüye doğru giden bir diyalogun, başı kimin çektiğine bakılmaksızın en az iki ortağı olduğu unutulmamalıdır. Sözün kötüsünden, kem olanından kendimizi çekersek şer karşılıksız kalır ve kesilir. Uzayıp giden bütün kötü sözlerin bu karşılılıktan yüz bulduğunu unutmayalım. Oradayız ve yazık ki insanı inciten o sözlerin suç ortağıyız.

Sanki bir zaman karanlıklar içinden bir karanlık ses komut verdi: Süngü tak! Ve herkes uyarak karanlıklar içinden gelen bu emre, süngü taktı kelimelerine!

Olur ki bir kulun gönlünü tırmalar diye her gün oturup sözlerinin tırnaklarını kesen insanlar da var.

“Bir kimsede gördün ise bir kusur” dedi meczup, “bil ki o kusurdan sende de var bir küsur!”

#William Blake
6 yıl önce
Süngü çıkar!
Fars emperyalizmi ve Şiî yayılmacılığı-3
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü