|
Uğultu

Havalar soğudu. İnsanlar konuşurken sözlerin ağızlarından çıkar çıkmaz buharlaştığını görüyoruz. Bu aslında hep oluyor ama biz sadece soğuk havalarda bunu gözümüzle görüyoruz.

Görünüşte çok önemli şeyler konuşuyoruz, çok önemli meselelere değiniyor, çok hayati tespitlerde bulunuyoruz. Sonra ne oluyor? Hiç! Başka bir meselede yine önemli şeyler konuşmaya başlıyoruz. Böyle devam edip gidiyor. Sözlerin bir ağırlığı, bir kalıcılığı, dokunaklılığı kalmamış gibi sanki, ağzımızdan çıkıyor, önemsendiğine dair jest ve mimiklerin sergilenmesinin ardından, belki bunu bile beklemeden buharlaşıveriyor hepsi. Meseleler hiç bu kadar masanın üstündeyken asılsızlaşmış mıydı acaba daha önce? Sanki şimdi söylenmiş hiçbir şeyin aslı yok! Sözler, iyi ihtimalle sadece söyleyenin kendisi için bir anlama geliyor. Daha dramatik ihtimalse, herkesin konuştuğu ama hiç kimsenin duymaya yanaşmadığı şeyleri duyuyor, onlardan etkileniyor, yankılarını hayatına katıyor olmak herhalde. Böyle bir yalnızlık nereye kadar, nasıl yaşanabilir?

“Pardon, ne söylediğinizi duyamadım” dedi kalabalığın içinden biri. “Zaten duyulsun diye söylemedim!” dedi diğeri.

Önümüzden bir otobüs dolusu hikaye geçiyor bazen; sadece otobüsü görebiliyoruz. Sözler, ki kimisi duyulmayı çok hak ediyor, havaya karışmış olarak etrafımızda öylece uçuşuyor; sadece kocaman bir uğultu duyuyoruz. Duygular içimizde birikiyor, kökleşiyor, derinliklerimize kadar uzanıyor ve orada sönüp gitmeyi bekliyor yıllarca. Gözlerinin içinden birilerini kendisine bakmaya çağırıyor insanlar; ne bu çağrıya uyan ne bu çağrıyı alan var. Şu tıklım tıklım dünyada kimsesizliği yaşayan milyarlarca insanız. Bir dünya dolusu hikaye birbirine hiç dokunmadan öylece dönüp duruyor uzay boşluğunda.

“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine. Ben toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi!” diye yazmış ‘Aylak Adam’ romanında Yusuf Atılgan.

Beyaz kağıdın üstündeki mürekkep lekeleri gibiydi kelimeler, onları birbirine bağlayan bir şey yoktu.

Her şeyin tamam gibi görünebilmesi için ne çok çaba gösteriyoruz ve ne kadar başarısızız bu işte. Ne kadar çok uğraşırsak, o kadar çok açığa çıkıyor her şeyin birbiriyle irtibatsızlığı... Zaman zaman serseri göktaşları gibi birbirimize çarpıyoruz sadece, eğer bir anlama geliyorsa tek irtibatımız bu!

“Değilsek de yakın birbirimize/ Uzak da sayılmayız büsbütün/ Gökyüzünde iki uçurtma başıboş/ Yan yanayızdır sadece” diye yazmış Edip Cansever, ‘İçerikler’ şiirinde.

Bazen dünyanın yuvarlak olmadığını söyleyenlere inanasım geliyor; çünkü birbirinden uzaklaşmakta olan hiç kimsenin yolu, mütemadiyen uzaklaşmaya devam ettikleri halde dünyanın diğer ucunda birbirine çıkmıyor.

“Konuşmalarımız” dedi beyaz saçlı adam, “giderek birbirimizi gerçekten duymamızı engelleyen bir uğultuya dönüşüyor!”

#​Hava
#Beyaz kağıt
#Gökyüzü
#Söz
4 yıl önce
Uğultu
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’