|
‘Türkiye sadece Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir’

Bütün kavganın aslı bu cümledir.



Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana, mutlaka yedekte tutulması, kontrol edilmesi gereken bir ülke olarak kurgulanmıştır. Ona göre içeride ve dışarıda mekanizmalar kurulmuştur.



Devletin yönetimi hiçbir zaman

“yerli-milli”

unsurların kontrolüne geçmesin diye “

abuk” bir sistem

oluşturulmuştur. Milletin her seferinde bu sisteme el koyma, müdahale etme, dönüştürme çabası da kurulan mekanizmalar ile bertaraf edilmiştir.



Bugünlerdeki “sistem tartışması”nı rejim meselesine dönüştürmek isteyenlerin de…



“Kan”dan söz edenlerin de amacı…



“Türkiye'yi sadece Türklere bırakmak istemeyenlere” hizmet etmektir.



Hatırlayalım…



Mehmet Ali Birand 13 Ocak 2000 tarihinde Posta

gazetesinde bir yazı kaleme almıştı. Yazısında

Viyana

'da katıldığı Türkiye konulu uluslararası bir konferanstan söz etmişti. Ve şunları söylemişti: “Türkiye'siz Balkanlar rahat nefes alamaz. Ankara ile belirli bir uzlaşıya varmadan, Irak-İran-Suriye üçgeninde barış kurulamaz. Ege ve Akdeniz, Türkiye'nin net katkısı sağlanmadan sükûnete kavuşamaz. İşte bunlardan dolayı da, bize her kafamıza eseni artık yaptırmayacaklar. Avrupa Birliği, Uluslararası Para Fonu kuralları ortaya koyacak. Bizler de bu kurallar çerçevesinde oynayacağız. Bir konuşmacının dediği gibi, 'Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli ve değerli bir ülke' durumuna girdi.”



O tarihten bu tarihe köprünün altından çok sular aktı. Fakat bazı kafalar hala o günlerde kalmaya devam ediyor.

Türkiye'yi AB ile IMF ile hizaya getirmeye çalışanların sistem tartışmasını nasıl kilitlemek istediğini görüyoruz.


Oysa ok yaydan çıkmıştır. Türkiye eski Türkiye değildir.


Rejim sorunu yok sistem sorunu var

Rejim sorunu yok sistem sorunu var


Merak etmeyin Türkiye'de bir rejim tartışması başlarsa bu tartışmaya ilk önce “makul çoğunluk” yani muhafazakar dindarlar karşı çıkar.



Aslını sorarsanız, adamlar “sosyal iktidarın” nasıl da ellerinden kayıp gittiğini görüyor olmanın telaşıyla eski müttefiklerini harekete geçirmek için, içinde “kan” geçen cümleler kuruyor.



Çünkü biliyorlar, küçük alanlarındaki küçük iktidarlarını sürdürmelerinin de imkanı kalmayacak, “sistem değişikliği” olduğunda.



Bunu bildikleri için

sistem değişikliğini “rejim değişikliği” diye pazarlamaya

, sunmaya çalışıyorlar.

İ

yi saatte olsunlar”ı

göreve çağırıyorlar, “kan” diyerek

.


Oysa Türkiye'de cumhuriyet projesi tutmuştur. Bu milletin rejim ile bir sorunu yoktur. Ve bu sorunun oluşmamasında, Adnan Menderes'ten, Necmettin Erbakan'a, Turgut Özal'dan Recep Tayyip Erdoğan'a uzanan siyasi düşüncenin katkısı büyüktür.



O halde Türkiye'de bir rejim sorunu yoktur.



Fakat bir sistem sorunu vardır.



Her ne kadar “parlamenter sistem ile yönetiliyoruz” desek de şu anki sistemin parlamenter sistem ile hiçbir ilgisinin olmadığını dağdaki çoban bile bilmektedir.



Hem güçler arası dengeden bahsedeceksiniz, hem de şu anki mevcut sistemden şikayetçi olmayacaksınız… Şaşırtıcı!



Cumhurbaşkanı hem sorumsuz hem neredeyse bütün yetkileri elinde toplamış olacak, üstüne üstlük bir de millet tarafından doğrudan seçilecek…



Parlamentoya gerektiğinde (Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararı gibi) yüksek yargı eliyle müdahale edilecek…



İç Tüzük ile gerektiğinde Meclis kilitlenecek…



Bütün bunlarla birlikte en son MHP'nin kurultay sürecinde olduğu gibi yargı erki keyfiliğin dibini bulacak.



Ve biz hala “Türkiye'de sistem sorunu yoktur” diyeceğiz öyle mi?



Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti yürümeyen sisteme karşı bir öneri getirmektedir: BAŞKANLIK.



“Alternatifi olan çıkıp söylesin, tartışalım” diyen de aynı çevredir.



CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun temsil ettiği zihniyet ise tartışmayı, “kan” ile boğma eğilimindedir.



Çünkü zihinlerinin arkasında

“Türkiye, sadece Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülke”

cümlesi yatmaktadır.





MHP kurultay sürecinden bir şey anladınız mı

MHP kurultay sürecinden bir şey anladınız mı



Size samimi bir soru: MHP'nin kurultay sürecinden bir şey anladınız mı?



Benim cevabımsa belli… Ben bir şey anlamadım.



Anladığım tek şey Türkiye'de hukuk istenirse o tarafa da bu tarafa da çekilebilir. Bir kez daha şahit olduk. Hukuk sistemi öyle köhne ki her kim ne istiyorsa o yönde bir karar aldırabilir.



Bu hukuk düzeninden “adalet” bekliyor olmamız ise trajedi.



Bakalım bugün muamma nasıl ve ne şekilde çözülecek.



“Yaşasın illegalite” diye bağırılan MHP kurultaylarını unutmak üzereydik.



Bugün o döneme dönüş olmasın isteriz…



Sümeyye kardeşimi tebrik ederim

17/25 Aralık darbe girişiminin hemen sonrasıydı. Tarih 27 Aralık 2013'tü. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan Sakarya'da miting düzenlemişti. O mitingi daha önce yazmıştım. Darbe girişiminden sonraki ilk milletle buluşmasıydı Erdoğan'ın ve 70 bin kişiye “Kendimi size emanet ediyorum” demişti.



Erdoğan'ın kürsüde konuştuğu anlarda, kıyıda bir yerde mahsun genç bir hanımefendi de onu dinliyordu. Yakınına bir yere geçtim izlemeye başladım. Tedirgindi, üzgündü, mahzundu… Lakin dimdik ayaktaydı.



O güne kadar hiç yüz yüze görüşmemiştim. O halinden etkilenip yanına vardım, selamladım.



“Hiç mahzun olmayın bu millet babanıza sahip çıkıyor. Milletin sevgisi oldukça bu günler geçer” dedim. Başını olumlar bir şekilde öne eğdi. “Sağ olun” dedi.



O kadar üzgündü ki… Üzülmemesi gerektiğine dair birkaç cümle daha kurup, müsaade istedim… Yanından ayrılırken, “Dostlarımız sandıklarımız bile Hasan Bey, neler söylüyorlar bu bizi çok üzüyor” dediğini işittim.



O genç hanımefendi Sümeyye Erdoğan'dı.



Dün bizlerin de şahitliğiyle dünya evine girdi.



Rabbim mesut bahtiyar etsin.



İki cihan saadeti diliyorum.


#Mehmet Ali Birand
#IMF
#Sümeyye Erdoğan
#İç Tüzük
8 yıl önce
‘Türkiye sadece Türklere bırakılamayacak kadar önemli bir ülkedir’
Köprü
Yenildiler
Jeopolitik buhran
Ortadoğu’da bölgesel savaşın yeni aşaması
‘1 gün savaşı’…