|
Düşünce hürriyeti, hoşgörü ve tahammül

Bu üç konuda onlarca yazı yazdım.

Din, kültür ve medeniyetimize göre hoş olmayan bir şeyi hoş görenler “hoş körüdür” diye yazdım.

“Hoş, caiz, meşru, helâl olmayan bir şeyi ve davranışı usulüne göre değiştirmek, meşru hale getirmek vazifemiz vardır, eğer mevcut rejimde ve şartlarda bunu yapamıyorsak hoş görmek yerine tahammül edebileceğimizi” yazdım.

Tahammülde eziyet, sıkıntı, kurtulma azmi ve ümidi vardır. Bu sıkıntıyı gidermek için çalışma iradesi ve fiili vardır. Hoş görmede bunlar yoktur, onaylama vardır.

Örtülü (dolayısıyla muhafazakâr, dindar olması gereken) bir bayanın, yüzünü gözünü boyayıp kamuya açık bir alanda bacak bacak üstüne atarak sigara içmesinin, hemcinsleriyle veya karşı cinsten olanlarla kahkahalar atarak sohbet etmesinin yakışmadığını, caiz olmadığını, karşı tarafa (bir kısım modern ve seküler hayat yaşayanlara) imrenme psikolojisinin açığa çıkması olduğunu yazdım. Hiç alakası olmadığı halde yazıyı, iffetli, iffetsiz kavramına çektiler, beni adeta linç ettiler.

Diğer yazdıklarım da böyle tepkilere sebep oldu.

Bir daha özetleyeyim:

İnsanların düşünmesini engellemek mümkün değildir; engellemeye konu olan düşünceyi, duyguyu, kararı açıklamaktır.

Şahıslara hakaret, bölücülük, kutsallara hakaret, kamu düzenini bozmaya, şiddete başvurmaya teşvik ve tahrik gibi düşünce ve kararların açıklanmasına müsamaha edilmez.

Bunların dışında her insan, düşündüğünü açıklar, katılmayan, duruma göre ya hoş görür veya tahammül eder.

Her ağzı olanın konuşması uygun değildir, konuşmanın sorumluluğu vardır. Bu ülkede herkes doktor gibi, din âlimi gibi veya bir başka alanda uzman gibi konuşuyor; sosyal medyada yayın yapıyor, nice çamlar deviriyor, nice sapıtmalara sebep oluyor… Bu, elbette caiz değildir ve hoş görülemez.

Belli bir konuda sağlam ve yeterli bilgi sahibi olanlar o konuyu tartışabilirler; konu müsait ise görüş, yorum, yaklaşım farkı ortaya çıktığında farklı fikirlere saygı ve hoşgörü gerekir. Farklılığa tahammülü olan bir konuda “Bir ben bilirim”, “Bir benim görüşüm haktır”, “Benimkine aykırı düşünenler cahil, sapkın, haindir…” demek, taassuptur, ilim ahlâkına yakışmaz ve caiz değildir.

Ehl-i sünnet camiası bile kendi aralarında, hem itikat hem de fiil, uygulama, muamele alanında binlerce meselede ihtilâfa düşmüşlerdir; farklı görüş, yorum, içtihatlar ortaya çıkmıştır, ama ne karşıdakine hakaret, ne dışlama ne de “yalnız benimki hak” iddiası vardır.

Ehl-i sünnet camiasının dışında kalan Müslümanlar da -kendileri dinden çıktıklarını beyan etmedikçe- İslam’dan dışlanmamışlardır. Onlar, “İslam Mezhebleri” çerçevesinde ele alınmışlardır.

İmam Şafii’nin şöyle dediğini bir yerde okumuştum;

“Her tartışmada karşı fikirde olanların haklı çıkmalarını istemişimdir; çünkü bu takdirde iki kazancım olur:
1.
Bilmediğimi öğrenmiş, hatamı düzeltmiş olurum,
2.
Tartışmanın galibi olmayınca nefsin oyunundan da kurtulmuş olurum.”

Bu sözü kim söylerse söylesin altına imza atmamız gerekir.

Bir de şu var:

Bilenler tartıştıkları, bahse konu edindikleri meselelerde öncelik şartına riayet etmelidir.

Bugün önceliğimiz âlimlerin, kanaat önderlerinin ve bunların etkisi altında kalan halkın birliğidir. Düşmanları tarafından kuşatılmış, savaş açılmış maddi ve manevi değerlerimizin birlikte korunmasıdır.

Savaş hâli ve alanında bazı suçları işleyenlerin cezalandırılmama kuralından ibret almamız gerekiyor.

Savaşı kazanmak mı önemli, ferdî suçları orada cezalandırarak savaşanları azaltmak ve morallerini kırmak mı önemli; işte bu soruya cevap verilmiştir o kural ile.

İslâm barıştır, esenliktir, nimettir, bütün insanlık için rahmettir, ümittir; lakin onu ortadan kaldırmak isteyenlere karşı da savaştır. Ümmet bölünerek savaşı kendi aralarında yaptıkları sürece akıbetimiz yok oluştur, artık uyanalım!

#İmam Şafii
#İslam
#Müslüman
2 yıl önce
Düşünce hürriyeti, hoşgörü ve tahammül
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak