|
Reşid Riza İttihatçılar ve hilâfet

İttihatçılar iktidara gelmeden önce yönetimle ilgili iki önemli söz vermişlerdi:

a) Anayasaya dayalı yönetim,

b) Yerinden (lâ- merkezî) yönetim.



Reşid Riza istibdad yönetimine karşı olduğu, İttihatçıların verdikleri sözler doğrultusunda talepleri de bulunduğu için, bunları gerçekleştirmek üzere harekete geçti, İttihatçılara ümit bağladı ve hem yazılarında, hem de bizzat yaptığı görüşmelerde taleplerini dile getirdi; Araplarla Türkleri Osmanlılık bağı içinde birbirine yaklaştırmaya çalıştı, İttihatçıların merkezî yönetimden vazgeçerek eyaletlerde meclisler teşkil edilmesini ve iç işlerinde bunlara geniş selahiyetler verilmesini, yönetimde ve eğitimde İslam’ın ön plana çıkarılmasını, Arapça’nın yaygınlaştırılmasını istedi. Hilafetin en önemli kurumlarından biri olan adliye (kaza) kurumu ile ilgili yazılar yazdı, şer’iye mahkemelerinin en azından nizamiye mahkemeleri kadar güçlendirilmelerinin ve selahiyetlerinin genişletilmesinin zaruretine işaret etti. (XI, s. 539-545, 865 vd.; s. 27 vd. XII, s. 55 vd.)

1911 yılına gelindiğinde R. Riza İttihatçılardan da ümidini kesmeye başlamıştı; çünkü bunlar da sözlerinde durmamışlar, Arap topraklarında açtıkları cemiyet şubelerinde halktan para toplamak için baskılar yapmışlar, haksız vergiler koymuşlar, İngilizlerin sömürülerine göz yummuşlar, İtalyanların Trablus’u işgal edeceklerini bildirmeleri ve engel olmaya kalkışmamalarını istemeleri üzerine, oradan Osmanlı askerlerini çekmişler, devletin topraklarına ve teb’asına sahip çıkmamışlardı. Osmanlı halklarını kaynaştırmak için gayret sarfetmek yerine, Türkçülük ve Turancılık politikasına sapmışlar, yönetimde İslam’ı arka plana atmışlardı. (XIV, s. 471-475; XVI, s. 55 vd; Şekib Arslan, Hazıru’l- âlemi’l-İslamî, Kahire 1352, C. I, s. 157-160). R.Riza önceleri İttihatçılara nasihat ederek; onları sözlerinde durmaya ve taleplerini yerine getirmeye çağırdı. Bu çağrıların fayda vermediğini görünce, tenkitlerini sertleştirmeye başladı, bu da fayda vermeyince, İttihatçılara cephe alarak mücadele bayrağını açtı, bir yandan Arap liderlerini İttihatçılara karşı mücadeleye çağırıyor, iktidarın her emrini yerine getirmemelerini istiyor, diğer yandan İttihatçıların örtük yüzlerinden peçeyi kaldırarak, halka onların gerçek yüzlerini göstermeye çalışıyor, yazılarında onları şöyle değerlendiriyordu: “Bunlar Selanik ve Paris meyhanelerinde, kulüplerinde yetişmiş bir avuç gençtir, birçok subayı da yoldan çıkarmış, onların gücüne dayanarak yürürlüğe koydukları anayasayı, devletin unsurlarını parçalamaya ve adını tarih sahnesinden silmeye vasıta kılmışlardır... Bunların amacı Türk milliyetçiliğini canlandırarak, bu unsura dayalı ve Batı medeniyetine mensup bir toplum ve devlet oluşturmaktır.” (XVI, s. 56, 61 vd.)

R.Riza yalnızca yazılarıyle kalmadı, parti ve derneklere, siyasi konferanslara katılarak da tezini hayata geçirmeye çalıştı. Bu partilerden birisi 1912 yılında kurulan “Hizbu’l-la- merkeziyyeti’l- Osmanî” dir. Bu parti, Osmanlı toplumundan ayrılmaksızın Arapların, yerinden yönetimlerini ve devletin ihmal ettiği “yabancı istilasına karşı toprakları savunacak” kuvvetlerin oluşturulmasını savunuyordu. 1913 Haziran’ında, R.Riza’nın arkadaşı Abdulhamid Zehrâvî’nin başkanlığında, Paris’te toplanan Birinci Arap Konferansı’nda da dile getirilen bu görüşü, kendisi yazılarında teyit ediyor, bunun ne ayrılığı, ne de kavmiyetçiliği ihtiva ettiğini ileri sürüyordu: “Yerinden yönetimi isteyenler (parti), ancak bu tarz bir yönetimin hem devleti, hem de topraklarını ecnebi işgalinden koruyacağına ve kurtaracağına inandıkları için, bunu istiyorlar... Parti tam olarak Osmanlı’dır, onun programında, Arap milliyetçiliğine çağıran veya Türk milliyetçiliğinden nefret ettiren bir kelime bile yoktur, o yalnızca bütün Osmanlıları, meşru ve hukuki yollardan yerinden yönetime çağırmaktadır.” (XVII, s. 389 vd., 537 vd.)

R. Riza’nın çabalarına rağmen İttihatçılar, bilhassa 1913 yılında kurulan ve birçok subayı da bünyesine alan Mahmud Şevket Paşa hükûmetinden sonra, şiddet ve baskılarını arttırdılar ve bilhassa Suriye’de Cemal Paşa, birçok masuma işkence edip kan döktü, R.Riza, bu tutumun kötü sonuçlar doğuracağını, Osmanlı unsurlarını (halklarını) iyice birbirinden ayırıp düşman gruplar haline getireceğini dile getiren yazılar yazdı (XIX, s. 75-82), Parti ve Arap Konferansı, son bir defa daha İttihatçılara el uzatmak üzere, Zehrâvî’yi temsilci olarak İstanbul’a gönderdi, hükûmet onu oyaladı, vazifeler vererek tesirsiz hale getirmeye çalıştı, sonra da Cemal Paşa eliyle 1916 yılında ortadan kaldırdı. Bu son olaylar R. Riza’nın, genel olarak Türk saltanatına karşı tavır ve tutumunda yeni bir aşamaya girmesine sebep oldu, artık yazılarında İttihatçıların Türk kavmiyetçiliğine karşı Arap kavmiyetçiliğini dile getiriyor, Osmanlı ve Arap medeniyetlerini karşılaştırıyor ve Turan ırkının, yakıp yıkmanın ötesinde medeniyyete önemli bir katkısının bulunmadığını ifade ediyordu. (XIX, s. 236, XX, s.43 vd). Bu ifadelerine rağmen, onun karşı çıktığı husus, yine de Osmanlı hilafeti ve hakimiyeti değildi, tepkisi ırkçılığa karşı idi. Bu sebeple Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının Yunanlılara karşı kazandıkları zaferden sonra, geri kalan ümitlerini bir müddet için onlara yöneltti.

(M. Kemal dönemi ile devam edelim)

#Reşid Riza
#İttihatçılar
#Abdulhamid Zehrâvî
5 yıl önce
Reşid Riza İttihatçılar ve hilâfet
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler