|
Yaşanmış deprem izleri

O saat gelip ülkenin belli bir bölgesi, korkunç gürültülerle sarsılmaya ve sallanmaya başladığında, Yalova''nın yakın bir köyünde, iki katlı yarı yığma bir evin üst katında felakete uyanıyoruz. Evde evlat, torun, yeğen, hısım olarak on yedi can var. Sarsıntı şiddetinden hiçbir fire vermeksizin devam ediyor, elektrikler kesiliyor, kalkmak ve yürümek zor ve tehlikeli, fazla düşünmeden kafamızı köşeye yaklaştırıp "ya Latîf, ya Hafîz" diyerek her şeyi bilen, gören, büyük lütuf sahibi Allah''a sığınıyor, bizi korumasını niyaz ediyoruz. Bu niyaza rağmen sarsıntı devam edince, O''na duyurmak için değil, sarsıntıyı bastıracak şiddeti ve dozu yakalamak için olmalı ki biz de sesimizi yükseltiyoruz. Bize çok uzun gelen kırk beş saniye bittiğinde, yatarken sevimli ve sıcak olan odamızdan şimdi mezar kadar soğuk ve karanlık olduğu için çıkmak istiyoruz. Önce yönü bulmak gerekiyor; çünkü onu da şaşırıyorsunuz, sonra kibrit, mum, giysi... Balkona çıkıyoruz, canlar nerede, kime ne oldu diye öldürücü bir merak içindeyiz. Yalnızca yattığı yer çıkışa daha yakın olduğu için değil, o ana ve çocuğu da küçük olduğu için yavrusunu bağrına basarak dışarıya ilk fırlayan gelinim olmuş, sonra birer ikişer canlar toplanıyorlar, yoklama tamam, görünürde önemli bir maddi hasar yok, bu sonucun sevinç ve şükranını yaşarken hemen yakından uzağa çevreyi düşünmeye başlıyoruz. Telefon ses vermiyor, televizyon çalışmıyor, gençlerden birinin kulak radyosundan başka dünyaya açılan pencereler kapanmış, bilgi ve iletişim çağında bilgiye ve iletişime en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda teknoloji çökmüş vaziyette. Konu komşu kendilerini sokağa atmış olduklarından birbirimize seslenerek durumlarımız hakkında bilgi alıyor, yardımlaşma teklifleri teâtî ediyoruz. Yavaş yavaş ilk bilgiler geliyor, felaketin boyutlarının oldukça büyük olduğu anlaşılıyor, şaşkınlık, üzüntü ve çaresizlik duyguları farklı yönlerden esen deli rüzgârlar gibi hepimizi sarsıyor.

İlk korku ve heyecan kısmen zail olup "hayat devam ediyor" şuuru avdet edince "hayatın bundan sonra nasıl devam edeceği" konusu gündeme geliyor ve herkesin, maddî ve manevî altyapısına, birikimine göre bir yol tuttuğu görülüyor. Bize göre bu felaket bir imtihan, bir uyarı, bir haddini bildirme eylemi. Müminler bir yandan kayıpları, diğer yandan kusurları ve ödevleri bakımından imtihana tâbi tutuluyorlar. Kazanan kazanıyor/kazanacak, kaybeden kaybediyor. İnsanlar uyarılıyor, yalnızca ne olduğumuzu değil, ne olacağımızı da düşünmemiz isteniyor; çoğumuzun güvendiği dağlara bir anda karların yağabileceği, aç ve açıkta kalabileceğimiz hatırlatılıyor. Küçük dağları yaratmışçasına kendine güvenen, kendiyle yetinen, bilgi, güç ve teknolojisi ile her şeyin üstesinden gelebileceğini sananlara "haddinizi bilin, sınırlarınızı tanıyın, ilâhî kudretin tabiat olayları şeklindeki tecellileri karşısındaki aczinizi yaşayın..." deniyor.

Çevremizde hem imrenilecek hem tiksinilecek olaylar, örnekler davranışlar yaşanıyor. İnsanımızın hâlê yaşayan güzel hasletleri var, ama çok önemli boyutlarda çürümüşlük ve bozulmuşluk da var. Bir kısım siyasetçiler ve bürokratlar depremi kullanarak bir şeyler kazanmanın peşine düşerken akbaba tıynetli, vampir melekeli insan taslakları da depremzedeleri çeşitli şekillerde sömürmenin ve soymanın yollarını arıyorlar. İlk iki günde yaşanan trafik keşmekeşinin başka sebebi de ahlak kusuru ve eğitim bozukluğu; hakkı olmayanı alma, kullanma, kapma alışkanlığı, insana tiksinti veren açık gözlülük manevraları.

İyi örnekler yok mu? Elbette var ve belki de onlar yüzünden ilâhî nimetler devam ediyor. Bir yapı ustası ile konuşuyorum, depremi takip eden dakikalarda kendini dışarı atıyor, yakınımızda yerle bir olan bir otele koşarak bir şeyler yapmak için çırpınıyor, ilk günden itibaren eli iş tutan yakınlarını da alarak Yalova''ya koşuyor, aç susuz akşamlara kadar çalışıyor, insanlara yardım etmek için çırpınıyor. İlk el attığı binada oldukça yüklü bir miktarda milli ve yabancı paraya rastlıyor, kendi ictihadına göre karar veriyor -bir kuruşuna dokunmaksızın- hemen yakınında kurtarma çalışması yapan asker ve siviller ile felaketzedelere dağıtıyor. Ben bazı çevreleri tenkit edecek oluyorum, "Şöyle olsaydı böyle olsaydı" diyorum, o şu mukabelede bulunuyor: "Yapılamayanlar yapılamazdı, felaket büyük, insanlar âciz, ecel geldi..."

O gece bir gün sonrası için çeşitli planlar ve programlar yaparak, sözler verip alarak yatanları düşünüyorum ve meşhur şarkının sözleri aklıma takılıyor: "Bu dünyada ölümden başkası yalan..."


25 yıl önce
Yaşanmış deprem izleri
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi