|
Diyânet ve Sünniler

“Cemevleri ibadethanedir” yazım üzerine gelen tepkilere bakınca bazı Sünni okurlarımın Diyânet İşleri Başkanlığı''na büyük bir kutsiyet atfettiğini düşünmeye başladım. Genellikle mevzuya fıkhî açıdan yaklaşıp, siyasal pozisyon alışımızın da “İslâm ve Kur''an''a uygun olması gerektiği”nden bahsediyorlardı. Buna bir itirazım yok, ben de farklı bir yerden baktığımı düşünmüyorum zaten. Ancak benim de böyle düşünen okurlarıma bir sorum olacak: Diyânet İşleri Başkanlığı kutsal mıdır?

Genelde “Diyânet ve Aleviler”in ilişkisi hakkında tartışılmasına alışkınız. Ancak sorduğum soru minvalinde bence Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ve Sünniler arasında da en az diğeri kadar problematize edilmesi gereken bir ilişki biçimi var.

DİB, Anayasa''nın 136. maddesine göre “laiklik ilkesi doğrultusunda” çalışan, devletin politikalarıyla uyumlu olan, uyamadığı yerde sükût içinde ikrar eden, esas amacı Müslümanların etkin bir biçimde denetlenmesi ve yönlendirilmesi olan, vatandaşların ödediği vergilerden büyük pay alan, devletten maaş alan bürokratların çalıştığı bir devlet kurumudur. Yani DİB, hiçbir zaman öncelikli olarak İslâm''ı temsil etmez, devleti temsil eder. Laik devleti temsil ettiğinden dinden değil ancak diyânetten bahseder ve “muamelat”a, yani dinin toplumsal hayata dokunduğu alanlara dair hiçbir şey söyleyemez. Bu kompartmantalist tavrıyla Müslümanların da bu alana dair bir şey söylemesini gayri meşru kılar. Şimdi bu kurumun pozisyonunu herhangi bir biçimde İslâm fıkhı içerisinden bana anlatabilecek olan varsa beri gelsin!

“İslâm''a ve Kur''an''a uygun olan” bir kurum, neden Müslümanların özgürce örgütlenmesine, kendi Cuma hutbelerini veya vaazlarını kendi hocalarının/ imamlarının yazmalarına, vb. engel olur? Bu kurumda çalışan hatipler örneğin Gazze bombalanıyorken, ümmete yapılan zulümler yerine neden Yeşilay Haftası''nın önemi gibi konulardan bahsederler? Neden Genelkurmay''ın başörtüsü karşıtı tavrına dair iki çift laf edemez de o kurumun bünyesinde hayatını kaybeden herkese şehit payesi verilmesini savunur? Çünkü DİB, devletin çıkarları dahilinde Müslümanları ehlileştirmenin, tektipleştirmenin, denetlemenin bir aracı olarak kurulmuştur. Kurumun başına kim gelirse gelsin esas amaç bu olmak zorundadır. Takdir ettiğim hizmetleri yok mu? Elbette ki var. Fakat Türkiye''de özgür bir Müslüman örgütlülük olabilseydi, bundan çok daha fazlası olacağından ayrıca bu hizmetleri övmeye gerek duymuyorum.

Gelelim cemevlerinin statüsü meselesine… Malumunuz Aleviler, kilise, sinagog ve camilere sağlanan kolaylıklardan istifade etmek için cemevlerinin ibadethane kapsamına alınmasını istiyorlar. Eğer devlet Alevilerin İslâm içre olduğunu, Alevi vatandaşlarımızın çoğunluğu gibi savunmaya devam etmek istiyorsa; bu talebi karşılamak zorundadır. Unutmayalım ki nüfus olarak on milyonu aştığı söylenen Alevi vatandaşlarımızın vergileri de DİB''e gidiyor. Bu yüzden devletten bu noktada hizmet almak istemeleri kadar doğal bir talep olamaz.

Yukarıda sıraladığım sebeplerden ötürü gerçek anlamda seküler olan bir devletin göbeğinde DİB''in varlığının yanlış olduğu kanaatindeyim; bu yüzden DİB''in tedricen lağvı gereklidir. Devlet, tüm din işlerinde -asgarî bir denetim dışında- Müslümanları rahat bırakmalıdır. İdeal olan, olması gereken budur ancak mevcut durumda bu şartların hayata geçirilmesi mümkün olmadığından cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması gerekmektedir. Cemevlerinin tekke veya zaviye kapsamı dışında camilere alternatif bir ibadethane olarak tescili İslâm fıkhı açısından bakıldığında bence de mümkün değildir. Ancak cemevlerinin devlet tarafından yasal statüye kavuşturulması bir İslâm devleti değil seküler bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti''nin yerine getirmesi gereken bir görevdir. Masaya eşit şartlarda oturduğumuzda Alevilerle olan her türlü ihtilaf üzerine müzakere ve münakaşa edilebilir; ancak müzakere ve münakaşaya eşit şartlarda başlamak müzakere ve münakaşa sürecinin “olmazsa olmaz”ıdır.

Müslüman temsili olan entelektüeller başörtüsü yasağı gibi genelde Sünni vatandaşları birinci dereceden ilgilendiren zulümlere karşı çıkarken devletin tüm inanç gruplarına eşit mesafede olması gerektiğini ve seküler bir devlette bu yasağın kabul edilemez olduğunu ifade ederler. Bu demektir ki Müslümanlar seküler bir devleti -mecburen de olsa- tasdik etmektedirler ve mevcut devlet yapısına sekülerizmin içinden bir eleştiri getirmektedirler. Müslümanların tasdik ettiği, olmasını temenni ettikleri seküler devlette Alevilerin taleplerinin reddedilmesi gibi bir durumdan bahsetmemiz söz konusu olamaz. Burada tutarlı bir biçimde devletin seküler olması gereken yapısına yine içeriden bir eleştiri getirmemiz gerekir. Aksi takdirde ne tam anlamıyla seküler ne de tam anlamıyla Müslüman olabilen bir devletin Sünnilere de Alevilere de farklı bağlamlarda reva gördüğü ayrımcılığın beslendiği ufku paylaşıyoruz demektir.

13 yıl önce
Diyânet ve Sünniler
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi