|

Dîn; her okuma yazması olan, hattâ olmayanın bile kendi zevkine, isteklerine göre düzenleyeceği bir "dünyâ görüşü" değildir.

Taklitlerinden sakınmak gerekir. Sakınmayanlar ve taklit-sahte ürünlere yumulanlar, bu "rızâ lokması"nı yemeyip zararlı ürünler yiyenler nâçâr kalırlar. Gerçek Azizan''dan Pîr Sultan Abdal söylüyor: Güzel âşık! Cevrimizi çekemezsin demedim mi?/ Bu bir rıza lokmasıdır, yiyemezsin demedim mi?/ Yemeyenler kalır nâçâr/ Gözlerinden kanlar saçar/ Bu bir demdir, gelir geçer/ Süremezsin demedim mi?

Din niçin bir "rıza lokması"dır? Çünkü sevgi sınavına tabi olan insana verilen yol gösterici ta''limat bütünüdür. İnsana irade verilmiş, seçme yetkisi tanınmıştır. Lâ ikrâhe fid-din! (Din''de zorlama yoktur).

Ne var ki Din''in temel ve evrensel, yaptırımlı kuralları vardır ki, bunlara uymak mecburidir. Bunlar Hukuk ve Ahlâk''ın ortak temel ilkeleridir. Adâlet ve Dürüstlük ilkelerine uyup kimseye zarar vermeme; herkesin ödevidir. Bu ilkere uymayıp, Din''in dar anlamda "ibadet"leriyle göz boyamaya kalkışanları; Din Günü''nün, Sınav sonuçlarının ilan edileceği Gün''ün (Yevm-ud-din) Maliki olan tek Allah, "Din''i yalanlayan murailer"olarak tanıtır. (Mâûn Suresi)

Âdem''den (A.S) İbrahim''e (A.S) kadar "gelip geçen Âdem"lerde, ortalama kırkbir yüzyıl boyunca, Gerçek Din''e, Allah tarafından özel bir ad verilmiş değildi. İbrahim (A.S)den itibaren bu Gerçek Din''in adı "İslâm"oldu. (Allah katında Din; İslâmdır).

Hakk''ı teslim etme, Allah''a içten teslim olma ve sonuçta Selam''a, Selâmet''e esenliğe ermeyi ifade ediyordu. Ulu Sevgi elçilerinden olan Musa (A.S) ve İsa (A.S) da bu Dîn''in peygamberidirler.

İslâm nihai tebliğinin kitabı Kur''an-i Kerim''dir. Din''in üç ilkesi, üç temel kuralı vardır. Bu üç ilkeyi kabul edip etmeme,"rıza lokması" na talib olup olmama; her kesin kendi bileceği iştir. Ancak, kabul etmeyenlerin de kabul edenlere "ikrâh (dayatma), cebr, tehdit) hakları yoktur. Bu üç "asl"dan birincisi "Tevhid"dir. Allah''a İhlâs Suresi beyanıyla imanı olmayan kimselerin "inanmıyorum amma ben senden iyi müslümanım" mantıksızlığıyla inananları ta''ciz etmeye hakları yoktur. Bir müslümanın da "ben Allah''a iman ediyorum, amma en sağlam materyalist de benim" demesinde nasıl mantık yoksa, bu iddia da mantık dışıdır. Bu gibi iddia sahiplerine "kendine iyi baktır!" demek revadır ve münasip ve muvafıktır.

İkinci ilke Nübüvvet''dir. Rasul-i Ekrem''in (S.A) son Rasul ve Nebi olduğuna, Kur''an-i Kerim''in ve Kuran-i Kerim''de zikredilen bütün Nebi ve Resuller''in hakk ve ma''sum sevgi elçileri olduklarına iman etmektedir. Bu ilkeyi kabul etmeyen de "müslim" sayılmaz.

Üçüncü ilke; Allah''ı, -hâşâ- can sakıntısını gidermek için Kâinat''ı bir oyuncak odası olarak yarattığı, miâdı (son kullanma tarihi) dolan "insan" oyuncaklarının, bedenleri dışında sorumlu bir "nefs"leri olmadığı inanışından tenzih ederek hiret''e iman ilkesidir (Meâd).

İslâm mezhepleri bu üç ilkede birleşirler. İmamet ve Adl ilkelerinde mezheb ayrılığı doğmuştur.

Üç temel ilkede birleşenler, tutarlı olarak, ibadet ve amel ilkelerini de Kur''an-i Kerim''den alırlar. Namaz, ramazan orucu, hacc gibi. "Ca''feri Mezhebi" diye de anılan Oniki İmam Mezhebi''nde de namaz, ramazan orucu, hacc, zekat, bir de "sünni mezhepler" diye anılan mezheplerde unutulan hums (gelir vergisi) vardır. Doğru anlamıyla zalimleri her zaman tedirgin eden cihad da bu ilkelerdendir. Meşru müdafaa savaşı, cihadın sadece bir alt kavramıdır. Yağma ve sömürü savaşlarının cihad ile hiç ilgisi yoktur.

Dinde zorlama yoktur. Zorla kıldırılan namazdan da ne kılana ne kıldırana hayır gelir. Ne var ki Kur''an-i Kerim''de emredilen ibaret; namazdır. Sema (samah), Mevleviler''de olduğu gibi, bir tarikat âyinidir. Tarikatler ve tekkeler de – doğru olmayarak- "Inkılab kanunu" ile ilga edilmiş, kapatılmıştır. Bir süre sonra yürürlükte olan Devrim Kanunu uygulamada görmezlikten gelinmeye başlamıştır.

Meclis''de mescid olması; müslümanlar için bir ihtiyaçtır. Samah (sema), belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken dar anlamda bir ibadet değildir.

Bir an için, "Kulisde vakit geçireceklerine Meclis''in cemevine gitsinler, ne çıkar bundan?" desek dahi, bu takdirde Mevlevi, Kaadiri, Halveti vs. milletvekillerinin isteklerine karşı ne diyeceğiz?

Her hristiyan mezhebine göre birer kilise, bir de sinagag yapılması da gerekmeyecek mi?

Diyanet İşleri Başkanlığı''nın ilgası isteği de yersiz ve haksız bir istek, aramıza atılmış bir fitne tohumudur. Diyanet İşleri Başkanlığı''na sünni müslümanların dini kamu hizmetleri için özerk kamu tüzel kişiliği verilmeli, Alman Anayasası örnek alınmalıdır. Hristiyan ve Musevi vatandaşlarımızın Patrikhane, Hahambaşılık gibi dini kurumlarına ve Katolik ve Protestan mezhepleri için de kanunla kurulacak bir üst kuruluşa, özel kanunla "kamu yararına özel Hukuk tüzel kişiliği" tanınmalıdır. Oniki İmam Mezhebi mensupları için de böyle bir kişilik özel kanunla tanınabilir.

Kendilerini "şi''î" değil, "alevi" olarak tanıtan vatandaşlarımız, maalesef bu terimden ne anladıkları konusunda birleşemedikleri için, şimdilik vakıf ve dernek gibi Özel Hukuk kuruluşlarıyla kendi işlerini görmelidirler. Ne var ki Diyanet''in lâğvını istemeleri de, Meclis''de Cemevi istemeleri de haklı ve mesnedli talepler değildir.

Gündem''e hergün yeni anlamsız horoz düvüşleri getirmenin kimseye yararı yok, uzun vaadede herkese zararı vardır. Selâm!

12 yıl önce
Dîn
Müslümanları suçladıkları kadar kendi devletlerini suçlamadılar
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!