|
Ben mi mezhep savaşını kışkırtıyorum?

Kimse kendi yanlışından söz edilmesinden hoşlanmaz. Eleştirilmekten, sorgulanmaktan hoşlanmaz. Ölümcül hatalar yapsa bile, trajedilere imza atsa bile. Herkes, her grup, her siyasi oluşum, her devlet, sürekli övülmek, sürekli alkışlanmak ister, hatalarının günahlarının gizlenmesini ister.

Taraf almak zorundasınızdır. Sırtınızı bir yere yaslayıp oradan herkesi eleştirmek, o pencereden bakmak, oranın doğrularına göre alkışlamak, övmek zorundasınızdır. İyi ve kötü, oranın bakışına göredir. Doğru, oranın doğrusudur. Durduğunuz o yerden başkalarının yanlışını anlatırken iyi oluyorsunuz, desteklenirsiniz. Ama, kendi yanlışlarınızı eleştirince bir anda en kötü oluyorsunuz. Bir gün önce sizi alkışlayanlar küfretmeye, hakaret etmeye, saldırmaya başlar.

Bazen El Kaideci olursunuz, bazen İrancı, bazen Sünni fanatik, bazen dolaylı Amerikancı, bazen ulusalcı, bazen gizli Kemalist, bazen provokatör, bazen Kürtçü, bazen Kürt düşmanı, bazen mezhep savaşı kışkırtıcısı, bazen AB''ci ve bu bazenler devam eder gider.

Tabiî bu arada günlük reflekslerin dışında zor olanı, gerçek olanı söylemeye devam edersiniz. Gün gelir olaylar, gelişmeleri sizin uyarılarınızı doğrular tarzda gelişir. Ama bunun farkında olan kaç kişi olur!

Bu gerçeklerin elbette bilincindeyiz. Bu bilinçte olduğumuz için de, dün övdüklerimizi, yanlışlarını görünce elleştirme yolunu seçtik. Dün eleştirdiklerimizi yeri geldiğinde övmeyi bildik, savunmayı bildik. Böyle yapmaya devam edeceğiz. Bu yüzeysel, kuru gürültüye değer verseydik, bir tarafa yamanır, hiçbir riski göğüslemeden, gerçeklerin peşinde koşmanın bedelini ödemeden rahat olanı tercih eder, işimize bakardık. Ama bunu yapmayacağız. Zor zamanlarda, birilerini kızdırma pahasına olsa da doğruları söylemenin imkansız olmadığını göstermeye devam edeceğiz. Böyle durumlarda, barış, kardeşlik nutukları atmak elbette çok kolay ve destek gören bir şey. Ama bu coğrafyada kimlerin neler yaptığını kendi kendimize söylemek zorunda değil miyiz?

Amerika Irak''ta katliam yapıyor, İsrail şunu yapıyor, İngiltere bunu yapıyor diye yazmaya devam ederken, bizim ne yaptığımızı da sorgulayacağız. Bunu yapmadığımız sürece, kendimizi eleştirmediğimiz sürece, bu olgunluğa erişemediğimiz sürece, boş sözlerin, temennilerin, derin konuşmaların ve palavraların hiçbir anlamı olmadığını anlamayacağız.

Böyle durumlarda hemen ayetlere, hadislere sarılıp insanları biçip doğrayanların kimseye verebilecekleri bir şey yok. Bugüne kadar olmadı da. Bunu şimdiye kadar görmedik mi? Sanki bu din, bu kitap, bu doğrular sadece onlara gelmiş gibi, ahkam kesenler, insanları dinden çıkarıp cehenneme gönderenler, biraz ötede Allah için Müslümanları doğruyorsa, hepimizin başımızı önümüze eğip düşünmeye, ağır bir sorgulamadan geçmeye ihtiyacımız var demektir.

Buna inanıyorum ve bunun çok acil bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben, dünyevi bir iktidara ilahi misyonlar yükleyip gözlerini köreltmişlerden değilim. Birilerinin bu coğrafyada işlediği günahları gördüğüm kadar, kendi günahlarımızı da görmek zorunda olduğumuza inananlardanım. Devletlerin, cemaatlerin, grupların, güç çıkar ilişkilerine ilahi misyonlar yüklemenin bedelinin ne olduğunu hep biliyorduk. Ama son birkaç yıldır bu bedelin ağrılığı altında eziliyoruz, nefeslerimiz kesiliyor.

Ne demişim ben?

“Mazlum olanlar, ellerine iktidar geçince kendilerine zulmedenlerden çok daha zalim olabiliyor. Adalet arayanlar, işte o zaman adaleti unutabiliyor. Değerleri için savaşanlar, güce ulaşınca bu değerlere düşmanlarından daha büyük zarar verebiliyor, onları en az düşmanları kadar aşağılayabiliyor. Çıkarlar, iktidar, hırs; inançlardan, değerlerden, adalet duygusundan çok daha belirleyici olabiliyor. Kendilerini Allah yolunda şehadete adayanların, asıl hedeflerini nasıl şaşırdıklarını, küçücük hesapları için düşmanlarıyla nasıl işbirliği yaptıklarını, kendi kardeşlerine karşı zalimden daha zalim olabildiklerini, o düşmanla aynı safta nasıl savaşabildiklerini gördük. Suçladıkları diktatörlerin yolunda giden, tiranlaşan, azgınlaşan, barbarlaşanların kime ne vereceklerini, nasıl adalet dağıtacaklarını sanıyorsunuz?”

“Bunun dinle, imanla, ahlakla, Müslüman olmakla ne ilgisi var? Asla! Hiçbir ilgisi yok. Bu yüreklerinizdeki intikam duygusunun kontrolden çıktığının, içinizdeki insan sevgisinin yok olduğunun, Allah için yaptığınız mücadelenin aslında dünyevi bir iktidar mücadelesi olduğunun kanıtı değil mi?”

“Ne yapmalıyız? Şii diye eleştirmeyelim mi? Sünni diye eleştirmeyelim mi? S. Arabistan''ı eleştirirken İran''ı eleştirmeyelim mi? Hep ABD''yi, İsrail''i eleştirirken, kendi içimizdeki vahşiliği, küçük siyasi çıkarlar için her şeyi heba edebilmemizi, bugünün dünyasına ve geleceğe yönelik vizyonsuzluğumuzu görmeyelim mi? Diktatörlere karşı savaşırken, biz bu topraklara ne verebiliriz kaygısına düşmeyelim mi? Manzara ortada değil mi?”

Din, iman, mezhep, ahlak, mazlum gibi kavramların altına gizlenen güç/iktidar savaşını görmeden, bu tehlikeli zihinsel hastalıktan kurtulmadan bu topraklara huzur gelmeyecek.

Daha Irak işgali başlamadan ülkenin bölüneceğini, mezhep savaşı çıkacağını söyleyip sayısız uyarılar yapan ben mi mezhep kışkırtması yapıyormuşum? Acaba gerçekte bu kışkırtıcılığı kim yapıyor? Bana değil, mezhep kimliği altında kirli bir güç mücadelesi verenlere, bu amaçla on binlerce insanı katledenlere sorun!

Aptallar ancak bu kadarını anlar!

17 yıl önce
Ben mi mezhep savaşını kışkırtıyorum?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Angara’nın bağları, büklüm büklüm yolları...
Efendimiz’in (sav) İtikâfı
Dijital emperyalizm çağı: Ağ’lardan icat kaoslar ve Mutlak Sahte’nin zaferi!
İkiyüzlü dünyanın 200 günü