Katolik dünyasının dini lideri Papa 16. Benediktus''un; Bizans imparatoru Manual II Paleologos''tan yaptığı, “Hz. Muhammed''in gayri insani ve şeytanca olanın dışında yeni bir şey getirmediği”ne yönelik alıntı, “medeniyetler çatışması” tezini doğrularcasına devam eden krizler zincirine yeni bir halka ekledi. Daha önce “Hristiyan Birliği” çağrıları yapan, Müslüman bir ülke olduğu için Türkiye''nin AB üyeliğine karşı çıkan ve bunu bir medeniyet sorunu olarak yansıtan, Batı''nın İslam coğrafyasını, Müslümanları ve doğrudan İslam''ı hedef alan saldırgan tutumuna destek veren Papa, hemen bütün açıklamalarında “Haçlı zihniyeti”ni yeniden ortaya koyan sözler sarfetti. Adeta Batı''yı, “İslam tehlikesi”ne karşı yeniden uyanışa geçirme gibi tarihsel bir misyon üslendi. Her ne kadar Katolik dünyasının lideri olsa da, Protestanların dünyayı İslam''a karşı seferberliğe çağıran, açık savaş olarak yeryüzünün bir çok bölgesinde yaşadığımız yeni istila dalgasına paralel bir dini söylemi tercih etti. Bu yönüyle, neoconlara yakın Protestan papazlardan hiç de farklı olmayan bir dil kullandı, kullanıyor.
Şimdi biz, özellikle 11 Eylül''den sonra dünyanın başına bela olan bu tehlikeli ve ırkçı yangını “Haçlı savaşı” olarak nitelesek, öncelikle kendi kamuoyumuzdan, çevremizden ciddi tepki alırız ve “medeniyetler çatışması” istemekle suçlanırız. Ancak hem medeniyetler çatışmasına hem de İslam içi çatışmaya yatırım yapanların söylemini, eylemlerini, uyguladıkları stratejiyi, insanlığı sürükledikleri geleceği, yol açtıkları kaosu ve çatışmaların şeklini birlikte değerlendiren herkes, aslında bu tanımlamanın bizzat onlar tarafından benimsendiğini, sanki yüzyıllar öncesine dönüş yaşandığını, terör tehdidi gibi söylemlerle doğrudan Müslümanlar, İslam ve Kur''an''ı hedef aldıklarını, yeryüzünü İslam tehdidi''nden kurtarma gibi “ilahi” bir misyona omuz verdiklerini, Ortadoğu''ya yeniden bu amaçla yoğunlaştıklarını göreceklerdir. “Medeniyetler çatışması”na karşı söylemi geliştirenlerle bu çatışmayı körükleyenlerin aynı güçler olduğunu, Anglo-Amerikan ve Protestan dünyanın başını çektiği “topyekun savaş” kampanyasında Katolik liderlerin hiç de geri kalmadıklarını görmek gerekiyor.
Türkiye''nin, özellikle de Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu''nun yerinde ve zamanında tepkisi, bir çokları tarafından “bize mi düştü, laik Türkiye''ye mi düştü” şeklinde sığ eleştirilere muhatap olsa da, ağır tarihsel sorumluluğu içermesi bakımından, son derece önemliydi. Haçlı müdahalelerini göğüsleme tecrübesine, yüzyıllara dayanan Avrupa-İslam ilişkilerini belirleme mirasına sahip bir ülkenin bu şekilde tepkisi gerekliydi. Siyasi ve dini meşruiyet krizi yaşayan İslam dünyasında, asıl sorunun temsil krizi olduğunu artık herkes biliyor. Batının toptancı müdahalelerine karşı, bu toprakların sahipsiz, parçalı ve gelişigüzel reaksiyonlarla kendini ifade etme zorunda bırakılması, çok daha üzücü sonuçlar doğuracaktır.
Danimarka''da yayınlanan ve İslam dünyasını ayağa kaldıran karikatür rezaletinin Avrupa basını tarafından nasıl sahiplenildiğini, nasıl dayanışma çağrıları yapıldığını, hakareti yapanların kendilerini değil de hakarete uğrayanları nasıl yerden yere vurulduğunu hatırlayalım. Bu “bağ”, ABD''nin İslam coğrafyasında yaptıkları, Papa''nın sözleri ile birlikte ele alınmalı. Batı''nın kaosa sürüklenen Müslüman topluluklara karşı toptan “yok edici” bir müdahaleler zincirini nasıl beslediğini o zaman görürüz.
Papa seçimleri yapılırken 9 Nisan 2005''te “Soğuk Savaş''ın Papası öldü: Vatikan''a da bir Şahin lazım!” başlığı altında yazdıklarıma atıfta bulunmaktan geçemeyeceğim:
“Papa 2. Jean Paul, uygarlıklar arasında gerilimin tırmandırıldığı, medeniyetler çatışması “tezi”nin adım adım gerçeğe dönüştürüldüğü, dinlerin siyasi alanda yeniden belirleyici olmaya başladığı, 21. yüzyıl inşasına dönük planların kaba güce ve güvenlik doktrinlerine göre yapıldığı bir dönemde öldü.
“Soğuk Savaş''ın Papası”nın, tam da, insanlık tarihinde derin kırılmaların yaşandığı bir dönemde ölmesi, yeni seçilecek Papa''nın kimliğini çok daha önemli hale getiriyor. Soğu Savaş döneminde ABD ile birlikte Sovyetler''e karşı büyük bir savaşın içinde yer alan Papa, 65 milyon Katolik barındıran ABD''nin Başkanı George Bush tarafından “Barış adamı” ilan edildi. Ama yine Batı medyasında Papa''nın ABD destekli Pinochet''ye omuz vermesi, eşiyle birlikte onu “örnek Hristiyan” ilan etmesi, CIA''ya bağlı terörist örgütlerin Nikaragua, El Salvador ve Guatemala''da binlerce Katolik din adamını öldürmesine karşı sesini çıkarmaması, Arjantin''deki faşist rejimin katil ve işkencecileri için af istemesi gibi eleştiriler yer aldı. Sovyetler''in çöküşünden bu yana, Batı''nın İslam dünyasına karşı başlattığı medeniyetler çatışması eksenli müdahale stratejisine karşı Vatikan''ın ya da Papa''nın direncini görmedik. Bu cinnet döneminde Papa ve Vatikan hiçbir şey yapmadı. Yapmamakla kalmadı, bu ortamdan mümkün olduğunca yararlanma yoluna gitti.
“Soğuk Savaş döneminin Papası” gitti. “Sıcak Savaş” ya da “Dördüncü Dünya Savaşı” olarak tanımlanan bu dönemde yeni Papa''nın, yeni Haçlı rüzgarına yelken mi açacağını yoksa ABD''de yükselen ve yakın zamanda Avrupa''yı da etkisi altına alması beklenen faşizm dalgasına direnmeyi mi tercih edeceğini göreceğiz. Ancak, 21. yüzyılın siyasi geleceğinde derin izler bırakacak bu seçime İslam''la ilişkiler damgasını vuracak. Yani Papalık seçimi, aynı zamanda İslam''la ilişkilerin belirlendiği bir seçim olacak. (…) Vatikan''a bir “Şahin” seçilirse, asıl kaos, asıl medeniyetler çatışması o zaman ortaya çıkacak.”
Dolayısıyla özürleri çok da ciddiye almayın bence...