|
Dünyayı bile bölmüşüz!

Önce şu cümlelere bakalım: “Gül''ün seçimi çatışma yolunu açar. Bu ay Meclis''te gerçekleştirilecek olan ve bir kaç turu bulması beklenen oylama ile yapılacak seçim, ülkenin gidişatını, İslami orta sınıfın 1923''ten beri Türk devletini kontrol eden laik kesimin karşısına çıkmak sureti ile değiştireceğe benziyor.” Böyle yazıyor The New York Times…

“Kriz olasılığı var. Abdullah Gül''ün tekrar aday olması nedeniyle hükümet ile laik ve askeri elitler arasında yeni bir kriz yaşanabilir. Gül aynı görev için aday olduğunda Türkiye''nin en ciddi siyasi krizlerinden birini yaşadı.” Ne tesadüf! Financial Times da aynı tespitleri yapmış..

“Gül''ün üç ay önce aday gösterilmesinin ardından ordudan tehditler geldiği, binlerce kişinin sokaklarda protesto gösterileri yaptığı” vurgulandı. “AKP''nin Gül''ü tekrar aday göstermesinin orduya açık bir mesaj olarak değerlendirildiği” iddia edildi. Kim iddia etti? The Times gazetesi..

ABD''nin CNN ve ABC televizyonları da haberi “gerginliğe neden olabileceği” iddiasını öne alarak duyurdu.

Bütün bunlar sadece birer tespit mi? Öngörü mü? İyi niyetli uyarılar mı? Elbette hayır. Tespit değil bunlar, temenni. Hep böyle oldu. Türkiye ile ilgili her gelişme böyle algılandı. Algılamanın ötesinde böyle bir Türkiye istendi.

Türkiye ve kriz, Türkiye ve olağanüstülükler, Türkiye ve iç siyasi çatışma, Türkiye ve darbe tartışmaları, Türkiye ve daha bir sürü gerginlik senaryoları…

Elbette bu ülkenin zaaflarından beslenen bir eğilim bu. Bu zaafları biz büyüttük, biz besledik, biz teşhir ettik. Bu zaaflar üzerinden kimlik oluşturduk, taraf olduk. Bu zaaflar üzerinden, çatışma kültürü üzerinden güç/iktidar devşirdik. Sadece içeride değil, dışarıda da bu zaaflara göre destekçiler bulduk, öyle yapmaya da devam ediyoruz.

Hürriyet''in internet sitesinde bu haberlerin sunuluş tarzı, daha da tuhaf: “Gül''ün adaylığı dünyayı da böldü.” İşte tam da bu durumu anlatıyor. Çatışma, restleşme, kamplaşma, birbirini imha etme hali Türkiye sınırlarının ötesine taşınıyor. Sanki küresel bir sorun. Sanki Soğuk Savaş hali. Sanki dünya Abdullah Gül''ün adaylığına göre saf belirliyor. Dışarıda olanlarla içeride olanların Türkiye''ye bakışlarında, algılayış tarzlarında, özlemlerinde, Türkiye okumalarında fark olmayışının göstergesi bu.

Seçim öncesi de aynısını yapmışlardı. Ülkeyi kamplara ayırmışlar, sokakları harekete geçirmişler, milletin bir kesimini diğerinin üzerine salmaya çalışmışlardı. Ankara-Washington arasında hararetle çalışan darbe lobisi ne öngörmüşse, ne planlamışsa o uygulanmıştı.

Üç yıldır her söylenenin, her yazılanın uygulandığını ya da uygulanmaya çalışıldığını gördük. Ama korku üzerine kurgulanan senaryolar, Türkiye insanını hizaya getiremedi! Millet bu senaryolara kulak asmadı. Meydanlara yığılan yüz binlere karşı başka yüz binler susmayı tercih etti. Kavgayı değil uzlaşmayı, krizi değil huzuru seçti. Kriz lobisi için tam bir hüsrandı bu.

Bir yıl önce “The Coming Coup D''Etat” başlığı ile yazı yazdırılan kişinin öngörüleri tutmadı. Nişanlısının daha birkaç gün önce, “ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı” sıfatıyla, “Abdullah Gül olursa kriz çıkar. Hikmet Çetin olsun” mealindeki küstahça müdahalelerini hazmetmedik mi? Bir Allah''ın kulu çıkıp da, bu adama haddini bildirmeye çalıştı mı? Türkiye''nin en hassas seçimine müdahil olacak kadar kabalaşanlar güçlerini nereden alıyor? Sadece ABD yönetimindeki bazı aşırı uçlardan mı? Peki ya, bu ülkedeki destekçilerine ne demeli.

“Sokaklarda gösteriler ve şiddet içerikli protestolar olacaktır” diyen, CHP''nin nasıl tavır alacağını daha Şubat ayında yazan yeni yetme “Türkiye uzmanı”nın söylediklerinin ise bir kısmı gerçekleşti. Aynı kişi ve çevrenin birilerinden aldığı mali destekle Türkiye için ürettiği kriz senaryolarının bedelini hepimiz ödedik. “Bu adamı neden ciddiye alıyorsun” diyorsanız şöyle cevap vereyim: Devlet, en mahrem kurumlarının en önemli toplantılarına bu adamı davet ediyor da, değer veriyor da ondan.

Washington''daki darbe lobisiyle Türkiye''deki ortaklarının menfaatleri nerede örtüşüyor? Aynı süre içinde Hudson''ı ziyaret eden bir üst düzey yetkiliye; “Asla ve asla buna izin vermeyeceğiz” dedirten şey ne?

İdeolojik bir tavır mı yoksa menfaat dayanışması mı?

Türkiye kamuoyu, korku senaryolarını 22 Temmuz''da çöpe attı. İdeolojik farklılıkların çatışmaya dönüştürülmesine tavır aldı. Aynı zamanda birilerinin tercihini, güven duygusunu, meşruiyet kriterlerini sorguladı. Kendi tercihini, güvenini, meşruiyet kriterlerini açıkça beyan etti. Bu tablodan sonra, her yeni durumda aynı senaryolara bel bağlanması, aynı çevrelerden medet umulması, aynı mihrakların tahriklerine kapılınması kabul edilir bir şey değil.

Bireysel heyecanın, dar ideolojik çevre çıkarlarının ötesinde bir büyük Türkiye var. Sistem kurallarıyla işliyor. Şu ana kadar hiçbir kural hatası da yapılmadı. İşte bu Türkiye, bu duruma rağmen, aylardır yaşatılan krizlerden elleri boş çıkanların yeni bir denemeye yeltenmelerini affetmez.

17 yıl önce
Dünyayı bile bölmüşüz!
Haftanın ekonomik özeti ve beklentiler
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü