|
Kızmayın ama çuvalladınız!..

Tiyatro sona erdi, bahisler kapatıldı, Çankaya''nın yeni adayı bu “bahislerden etkilenmeden” belirlendi. Bazıları şaşırmış gibi yaptı, bazıları “zaten bekleniyordu, sürpriz olmadı” dedi. Türkiye bir ay önceki duruma geri döndü. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç''tan birinin Cumhurbaşkanı olacağı düşüncesinin hakim olduğu günlere. Peki o günlerden sonra neler yaşandı?

Medya, gazeteciler, özellikle Ankara temsilcileri ve iç politika yazarları uzun ve meşakkatli bir maraton koştu. Ama hiç biri sonuca ulaşamadı, ipi göğüsleyemedi. Maratonu boşa koşmuş oldular. Elleri boş, sonuç ilan edildi.

İç politika yazarları, bütün becerilerini, duyumlarını, tahminlerini gerçekmiş gibi ortaya koydu. Havalarını konuşturdu, yakınlıklarını kullandı, özel kanalları işletti, kimsenin giremediği yerlere girip bilgiler aldı, kendi yorumlarıyla bunları kamuoyuna duyurdu. Onları okuyan, televizyonları izleyen herkes, sokaktaki insan, futbol taraftarları gibi, kahve köşelerinde adayları kapıştırdı, yarıştırdı, kıyasladı.

Ankara temsilcilerinin her gün yeni bir “duyum”u vardı ve kesin doğruydu. Bu “duyum”lar/”kesin gerçek”ler nedense her gün değişiyordu. Her sabah yeni bir adayla, yeni bir isimle Ankara''yı izler olduk. Telefon trafiği, mesaj trafiği, “kimseye söyleme/aramızdaki kalsın” uyarıları, “bunu kim sızdırdı” sorgulamaları, te''yidler, tekzipler arasında her gün yeni bir ismi tartıştık.

O gün ismi öne çıkan kişinin Cumhurbaşkanı olup olamayacağına, buna ehil olup olmadığına, kimlerin desteğine sahip olduğuna, kimlerin önünü kapatacağına, partiyi nasıl etkileyeceğine, krize yol açıp açmayacağına kadar bütün boyutları inceden inceye ele alındı. Kimin eşinin başörtülü, kimin başörtüsüz olduğuna, bu çerçevede kimlerin daha şanslı olduğuna dair nice teoriler, tezler öne sürüldü. Sabah, “şu olacak, kesin bilgi” diye yazan ve o kişinin nasıl bir cumhurbaşkanı olacağına ilişkin öngörülerini sıralayanlar sadece bir gün sonra aynı kehaneti bambaşka bir isim için yapar oldu.

Bol laf, bol dedidoku, bol “duyum”, bol iddia, bol tüyo, bol polemik, bol tahminli, kehanet kokan, mimiklerden aday tahminine uzanan bir süreç izledik.

Ankara''da herhangi bir kişiden, bir danışmandan, bir vekilden, bir gazeteciden sadır olan bir fısıltı, kulaktan kulağa dolaşıp bütün Türkiye''ye yayılırken, aynı fısıltının sokaktaki insanı da iç politika yorumcularını da aynı ölçüde etkilemesi, yönlendirmesi dikkat çekiciydi. Bunun sonucu olarak da, yorumlar, tahminler arasında nitelik olarak belirgin bir fark görmede epey zorlandık.

Kimlerin adı geçmedi ki? Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Meclis Başkanı olağan adaylar arasındaydı dolayısıyla tartışmanın dışındaydı. Ancak, bakanların, kadın aday olarak öne çıkarılanların, hiç ortada yokken gündeme getirilenlerin, her hangi bir AK Partili''nin, her hangi bir bürokratın ismi bir anda ortaya çıkıyor ve bunun olabilirliği hiç yadırganmadan kabul ediliyordu. Kaç isim ağızdan ağza dolaştı durdu, bir düşünelim? Hepsine hemen hemen aynı ölçüde şans verildi.

Öyle bir hava oluştu ki, bir şekilde hükümetle yakın olan herkes “acaba” der hale geldi. Herkes aday yapılabilirdi? Nihayetinde sürpriz olmayacak mıydı? Neden olmasındı? Şans neden ona vurmasındı? Bir çokları kendi pozisyonlarını gözden geçirdiler. Ne eksiklikleri vardı ki? Ama olmadı. İlk günlere geri döndük ve üç isimden biri aday gösterildi.

Bir ay boyunca yazılanları şimdi bir kez daha okuyalım. Bunca yazı yazılmasa ne olurdu? Bunca yazı neyi değiştirdi? Televizyon ekranlarında her aksam tekrarlanan ve birbirinden aslında pek farkı da olmayan o ağırbaşlı yorumlara ne oldu? Mesela önceki aksam herkes "aday Vecdi Gönül" derken sadece www.8sutun.com haber sitesinde aslında adayın Abdullah Gül olduğu yazıyordu.

Tayyip Erdoğan, AK Parti, başından beri medyayı, Ankara temsilcilerini, iç politika yazarlarını atlattı ve süreci kendi istediği gibi yönetti ve en güçlü ikinci ismi olan Abdullah Gül''ü Çankaya için aday gösterdi.

Bir kez daha gördük ki, kulis bilgilerine, duyumlara, başkalarının iddialarına dayanan öngörüler o yazarı popüler yapıyor ama gerçekten uzaklaştırabiliyor. Bir kez daha gördük ki, birilerine “yakın” durmak her zaman gerçeğin kapılarını aralamıyor aksine insanı sonu gelmez labirentlere sürükleyebiliyor. Uzaktan seyretmek daha isabetli gibi. Bence başarısız bir gazetecilik serüveni izledik. Çoğumuzun fiyakası fena bozuldu!

17 yıl önce
Kızmayın ama çuvalladınız!..
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi