|
Yeni 28 Şubat senaryosu mu?
Türkiye''de laik-İslamcı tartışması adı altında yürütülen iktidar mücadelesi, sokağın ayrışmasından Kuzey Irak''a uzanan restleşmenin seyriyle neoconların birkaç yıldır yürüttükleri kampanya arasındaki benzerliğe dikkat çekmeye devam edelim. Dün, “
” başlığı altında bu çevrelerin “Türkiye''nin bir İslamcı Cumhurbaşkanı mı olacak?” sorusuna verdikleri cevapların adeta bir kabus senaryosu olduğunu ve son haftalarda yaşadıklarımızla birebir örtüştüğünü yazdım. 28 Şubat''ın ideologları olan, bir nevi Haçlı savaşı felsefesiyle hareket eden, kendilerine “İslam''la savaşın askerleri” olarak tanıtmaktan çekinmeyen, “Türkiye uzmanı” görüntüsü ve “laik rejimi koruma” adı altında iç çatışma senaryolarını pazarlayan bu adamlar, Irak''ta mezhep savaşını çıkaran, yüz binlerce insanı katleden bir zihniyetin temsilcileri.

Öyle pervasız çıkışları, öyle provokatif yazıları, öyle karanlık ilişkileri var ki, ABD''nin bugünkü politikasını bile beğenmiyorlar ve Türkiye''de “İslamcı” olarak niteledikleri kesimlerin açıktan düşman ilan edilmesini istiyorlar.

The Middle East Forum''um yöneticisi ve Campus Watch adlı örgütüyle Müslüman öğrencileri fişlemekle meşgul olan, İslam''a karşı savaşın en önemli savunucularından ve doğrudan İsrail istihbaratına çalışan Daniel Pipes bunlardan biri. “Tayyip Erdoğan dünya için Usame Bin Ladin''den daha tehlikeli” diyecek kadar beyni sulanmış biri. 28 Şubat döneminde yazdığı yazılarla hatırladığımız bu zat, bütün dünyada İslam''a karşı büyük bir seferberlik çağrısı yapmakla meşgul.

Dün “Türkiye''nin bir İslamcı Cumhurbaşkanı mı olacak” başlıklı yazısından alıntılar yaptığımız Michael Rubin, yani senaryonun bir başka tezgahtarı, Larry Franklin olayında ABD''nin İran''la ilgili gizli dosyalarını İsrail istihbaratına aktarırken deşifre olan casusluk skandalında adı geçen kişi. İsrail komandolarının K. Irak''taki operasyonlarda ne tür tehditlerle karşılaşabileceğine ilişkin bilgiler İsrail''e aktarılmıştı. Bu bilgileri hazırlayan ise Rubin''di.

Rubin, Daniel Pipes, “Türk Tehlikesi” adlı kitabın yazarı Hans-Peter Raddatz ve Washington Enstitüsü''nde Türkiye “araştırmaları” yapan ve Rubin''in dergisinde yazan Soner Çağatay''ın katılımıyla Mayıs 2005''te düzenlenen “Turkey: The Road to Sharia?” (Türkiye şeriata mı gidiyor) başlıklı sempozyumu hatırlayalım:

Türkiye''yi Ortodoks İslamcıların yönettiğini, Tayyip Erdoğan''ın ülkeyi şeriata sürüklediğini, İran laikleşirken Türkiye''nin İslamlaştığını, Türkiye''nin bir an önce düşman kategorisine alınması gerektiğini, ABD''nin Türkiye''deki bu gidişe müdahale etmesinin zorunlu olduğunu ve Türkiye''nin AB üyeliğine destek verilmemesi gerektiğini iddia edenler bunlardı.

Türkiye''nin stratejik ortak olamayacağı, terörle mücadelede birlikte çalışılamayacağı, Hamas, Hizbullah ve Iraklı direnişçilere karşı mücadele etmediği, Beşşar Esad''la, İran''la yakınlaştığı, Washington ve Brüksel''le ilişkileri kesip İslam dünyasına yöneleceği, İslamcıların komünizm ve faşizm kadar tehlikeli olduğu gibi tuhaf hezeyanlar bunlara ait. Türkiye''nin kara para cenneti olduğunu, AK Parti''nin gizli gündemi bulunduğunu, Suudi sermayesi ile ayakta durduğunu öne sürerek, Türkiye''yi “Hasta Adam” ilan edenler bunlardı.

Onlara göre Türkiye, ABD dışında hiçbir ülkeyle yakın olmayacak. AB ile, İslam dünyası ile, Rusya ile, Asya ülkeleri ile, Afrika ile Türkiye arasında gelişecek yakınlaşma, kapsamlı bir dış politika açılımı son derece tehlikeli. Bunu açıktan söyleyemedikleri için hassas sorunları kaşımaya, iç gerilimi tırmandırmaya, ülke içinde kamplaşmaları teşvik etmeye çalışıyorlar.

Aynı Rubin, Orgeneral Yaşar Büyükanıt''ın Kara Kuvvetleri Komutanı iken yaptığı ABD ziyareti sırasında National Review dergisindeki yazısında Türkiye ile ABD arasındaki en önemli sorunun reddedilen 1 Mart Tezkeresi değil; bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olduğunu yazmış, tam anlamıyla bir iç çatışma senaryosu çizmişti.

Şimdi şu soruyu soralım: AK Parti''nin ABD tarafından desteklendiğini söyleyenler, 28 Şubat benzeri bir ittifak hakkında neden konuşmaz? O zaman Türk şahinlerle İsrail aşırı sağı ittifak yapmıştı. Şimdi, Türk şahinlerle aynı çevre ve neocon''lar arasındaki söylem birliğine dikkat çekmemeli miyiz?

Vatanseverlik için sokaklara dökülenler, İslam dünyasını kana bulayan bu ırkçılarla kimlerin ne amaçla işbirliği yapabileceğine de bakmaları gerekmez mi? Mesele Ak Parti''ye karşı olmak ya da onu savunmak değil. Bir taraf Amerikancılıkla suçlanırken, daha derin bir bağlantıya dikkat çekmektir.

“A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm” adlı proje ile bugün Ortadoğu''da haritaları değiştiren ve Türkiye''de iç çatışma senaryosu hazırlayan kadro aynı. 1996''da Benjamin Netanyahu''ya sunulan rapor, Türk-İsrail ekseninin ve 28 Şubat''ın da temelini oluşturmuştu. Şimdi bu kesimler, 28 Şubat şartlarıyla alakası olmayan bir dönemde benzer bir senaryo ile yeniden karşımızda.

Garip biçimde, şimdi yükselen milli refleks üzerine yatırım yapıyorlar. Yine garip bir biçimde, “İslam tehdidi”ne karşı hareket ediyor gibi gözüküyorlar ama asıl dertleri bu sefer Kuzey Irak.

Yarın devam edeceğiz…

17 yıl önce
Yeni 28 Şubat senaryosu mu?
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…