|
Nefsini terbiye edemeyen öküz: Vol. 2

Gizlimiz saklımız mı var, niçin saklayayım. Bu satırların yazarı, geçen hafta konu bulmakta zorlanırken, "Minik Serçe"nin bir konserde sarf ettiği sözler imdadına yetişmişti.

Ne demişti "Minik Serçe"?

"Bizi örteceğinize kendi nefsinizi terbiye edin öküzler!"

Kaldığımız yerden devam edebilmek için, biraz sabrınızı zorlayabilir miyim? Daha iyi bir işiniz yoksa, geçen hafta yazıyı nasıl bitirdiğimizi hatırlayalım. (Hem de kendimden alıntı yapmaktan nefret ettiğim halde!)

"Bu söz yüzünden kendisine kızdınız veya alkışladınız. Rahatladıysanız, konuya dönelim mi? "Hayvanlar Çiftliği"nin yazarı George Orwell gibi biz de mecaz biliriz. Mesele nefsimizi terbiye etmekse, şu mecazi soruyu niçin sormuyoruz: Öküzlerin önce kendi nefsini terbiye etmesini isteyen inekler, kendi nefslerini nasıl terbiye ediyorlar?"

Şimdi kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Hazırsanız, direkt söyleyeceğim: Hep "içinden geldiği gibi" yaşayanlar, kendi keyfinden başka bir şeyi önemsemeyenler, hep haklı çıkanlar, nefs terbiyesinden bahsedemezler. "Minik Serçe"nin minik olmayan çelişkisi bu. Serçenin minik olması, nefsinin de minik olacağı anlamına gelmiyor.

Nefsimize söz geçirmenin kolay olmadığını, insan olmaya/kalmaya çalışanlar iyi bilir. Açık büfe gibi yazı; isteyen istediğini alabilir, üzerine alınabilir. Nefs terbiyesinden bahsetmeden önce, istersen kaç tane topuklu ayakkabın veya kaç tane başörtün olduğunu hatırla, yeter.

"Minik serçe"ye takılıp gökyüzünü unutursak, daha büyük bir yanlışa imza atmış oluruz. Ufkumuzu belirleyen gökyüzüne bakmayı çok ihmal ediyoruz. Gökyüzüne baktığımızda, aslında minik serçelerden daha büyük bir çelişkiye bakmış olacağız. Bugünlerde muhafazakarlık olarak adlandırılan eğilim, mümkün olabilseydi eğer, Kur"an-ı Kerim meallerini bile sansürlemeye çalışırdı. Çünkü müslümanların kutsal kitabı Kur"an-ı Kerim"de de, İslam"a değil muhafazakarlığa ters, "müstehcen" (?) ayetler vardır.

Ayıp kavramı, zannedildiği gibi evrensel değil toplumsaldır. Toplumdan topluma, zamandan zamana değişebilir. Evrensel olan hukuk kaideleridir.

Ortak noktanızı göstereceğim, umarım bu iyiliğimi unutmazsınız. Muhafazakarlar ile laiklerin ortak noktası şu: Her iki kesim de "müstehcen" (?) ifadeleri, Kur"an-ı Kerim"e yakıştıramıyor. Muhafazakarlar, bu ayetleri ayıp bir şeymiş gibi, sessizce saklamaya çalışırken, laikler ise bunları yüksek sesle ayıplıyor.

"Müstehcen" (?) ifadelerin yeraldığı kimi ayet-i kerimelerin hikmeti üzerinde düşünülmediği için olsa gerek, bu uç davranışlarla karşılaşıyoruz. Muhafazakarlar, genelde görmezden gelmeyi tercih ederken, laikler ise mal bulmuş mağribi gibi bunlara sarılıyor. Bu ayetleri ataerkil kültürün delili zannediyorlar. Oysa onlar hayatın delili! Hayatın yalın gerçekleri onlar. Emek, aile, ticaret, miras ve ölüm gibi.

Muhafazakarlar "kafayı cinsellikle bozmuş" olmakla itham ediliyor, "aklı fikri şeyinde" olmakla aşağılanıyorlar. Hiç kimsenin %100 haklı veya haksız olamayacağını söyleyen hukuk kaidesini hatırlıyorsak, sırayla gidelim. Eğriye eğri, doğruya doğru demeye çalışalım.

Nefs terbiyesinin olmadığı yerde, meydan "içimizdeki hayvan"a, yani nefsimize kalır. Yüzümüzü hangi yöne dönersek dönelim, nereye gidersek gidelim, hayvanlıkla karşılaşıyoruz. Muhafazakar kültürün "içindeki hayvan"ı görememek, bu bedevi/kaba/gayri insani unsurların varlığını inkar etmek de kafirliğin bir türüdür. Kafir; işine gelmeyen gerçeklerin üstünü örten kimseye denir. Kadın-erkek ilişkileri, mimari ve müzik başta olmak üzere, benzeri birçok alandaki bedevi unsurlar, çıplak gözle bile görülebilir. Görmek istedikten sonra, miyop da görebilir bunları, hipermetrop da.

"Özgürlük" ve "aile" gibi farklı hediye ambalajlarına sarılan cinsellik, ne zaman bir vesile ile gündeme gelse, hep aynı şey oluyor. Muhafazakarlar (sıkıntılarını anlatamayıp eline yüzüne bulaştırdığında) aşağılanıyor, ayıplanıyor. Oscar Wilde meseleyi özetlediğindeyse aforizma oluyor, alkışlanıyor. "Çok doğru valla, ne güzel söylemiş" denilerek, paylaşılıyor:

"Dünyada her şey seksle ilgilidir; seks hariç. O güçle ilgilidir."

Muhafazakarların söyleyemediğini, Oscar Wilde çok güzel özetliyor.

Şu trajikomik duruma bakın ki, seksi olmakla kafayı bozmuş babaanneler ve kart zamparalar bile, muhafazakarları kafayı seksle bozmakla eleştiriyor, aşağılıyorlar.

Herkesin seksi olmakla kafayı bozduğu modern zamanlarda, insan cinsinin kadim meselelerinden cinsellik, ya muhafazakar tiplemeler üzerinden karikatürleştiriliyor, ya da modern tiplemeler üzerinden mitleştiriliyor.

Kaba muhafazakarları işaret ederek kendini medeni, aptalları göstererek kendini akıllı sanıyorsun. Muhafazakarlar gibi sen de kendini "çok güzel" kandırıyorsun.

"Kafayı seksle bozan" ve "aklı fikri şeyinde olan"lar, sadece muhafazakarlar mı? Tek tek örneklerin kapısını çalalım.

Sevişmek fiili, son yıllara kadar, iki insanın birbirini sevmesi anlamına gelirdi. Yaşlı beyefendiler şöyle konuşurdu: "Hüsamettin Beyefendi ile kırk yıldır sevişiriz." Yani kırk yıldır birbirimizi severiz, sayarız, muhabbet ederiz. Sev(iş)mek fiilinin anlamını ve dünyamızı kim daralttı?

Tekrara düşmek pahasına bir kere daha söyleyeyim: "Tek gecelik aşk" kavramı kimin eseri? "Aklı fikri şeyinde" olan (muhafazakârların değil) modernlerin. Oysa tek gecelik olmayan şeyin adı değil miydi aşk?

Dünyanın en güzel sözlerinden biri olan "sevgilim" gitti. Onun yerine, her tarafa çekilebilecek, kaypak mı kaypak, muğlak mı muğlak bir şey geldi. Yani kelimenin tam manasıyla söylersek, münafık kavramlar geldi: "Kız arkadaşım" veya "erkek arkadaşım" gibi.

Sıkıldım, ben kitabıma dönüyorum. Ahmet Rasim"in "Fuhş-i Atik"ini (Eski Fuhuş) altını çizerek okuyordum. Onu da başka zaman anlatırım.

9 yıl önce
Nefsini terbiye edemeyen öküz: Vol. 2
Üslup meselesi!
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…