|
"Kadife kuşak" ve Çevik Bir

Emekli Orgeneral Çevik Bir Salı günü ABD''deki Yahudi lobilerinin önde gelenlerinden olan ve ABD dış politikasında belirleyici bir etkisi olan Musevi Ulusal Güvenlik Enstitüsü''nden Türk-İsrail ilişkilerine yaptığı katkılarından dolayı ''Uluslararası Liderlik Ödülü'' aldı. Ödülü almak için ABD''ye giden ve buradaki düşünce kuruluşlarında konuşmalar yapan Bir''in ısrarla üzerinde durduğu en önemli konu, Türkiye-İsrail-ABD ''ekseni''nde oluşturulan ve Soğuk Savaş''tan sonra Ortadoğu ile Orta Asya''yı birbirine bağlamayı amaçlayan Avrasya Projesi oldu. Bir, ''kadife kuşak'' olarak tanımladığı ve Ortadoğu, Türkiye, Kafkaslar ve Orta Asya''yı içine alan coğrafyada yeni bir güç dengesi oluşturmayı amaçlayan bu projenin ekseninde yeralan Türk-İsrail itifakının, Türkiye''nin bölgesel gücünü ne kadar artırdığını vurgularken diğer yandan bölgede yaşanabilecek muhtemel eksen kaymaları konusunda bir dizi uyarılarda bulunmayı ihmal etmedi.

Son yıllarda Ortadoğu''dan Orta Asya''ya uzanan bölgedeki gelişmeleri ve bu bölgedeki ülkelerin iç yapılarındaki sancıları anlamak, Türkiye''de yaşanan 28 Şubat''ı, Suriye''deki değişim sancılarını, Ortadoğu Barış Süreci''ndeki nitelik farklılaşmasını ve Mısır-Türkiye-Suriye arasındaki hassas ilişkileri kavramak için Çevik Bir''in her sözünü dikkatle izlemeye çalışıyorum. Çünkü Çevik Bir, Soğuk Savaş''tan sonra içinde bulunduğumuz coğrafyanın geleceğini belirleyecek nitelikteki en somut ve şimdiye kadar da ''başarılı'' bir seyir takip eden projenin merkezinde yeralan bir isim. Bir''in ABD''deki konuşmalarına bakarsak, ''İslami tehdit'' yine birinci sırada. Gerçi İsrail''de Netanyahu kabinesi düştü ve önceki gün Türkiye''ye gelen Ehud Barak''ın Suriye ile barışa öncelik vermesi Türkiye''yi tedirgin ediyor. Barak''ın Türkiye''ye resmen gelen ilk İsrail Başbakanı olması bu açıdan önemli.

Şaniler''in projesi

Türkiye''nin, İsrail''in ve ABD''nin ''şahinleri'' tarafından planlanan ve Kuzey Afrika''dan Özbekistan''a kadar dünyanın bu en hareketli bölgesini ''hizaya sokmak'' için uygulamaya sokulan bu proje, Soğuk Savaş sonrası ''bizim bölgemiz''de yeni bir blok oluşturmayı amaçlıyor. İsrail''de Netanyahu kabinesinin, Türkiye''de 28 Şubatçılar''ın ABD''de ise dış politikayı belirleyen Yahudi lobilerinin ve onların kontrolünde çalışan isimlerin imzasını taşıyan proje, Sovyetler''in dağılmasından sonra Müslümanlar''ın yaşadığı ''orta kuşak''ta yepyeni bir güç merkezi oluşturuyor. ''Savunma''dan ziyade ''yayılmacı'' bir karakter taşıyan bu güç merkezi, dünyanın tek süper gücü Amerika öncülüğünde oluşturulmaya çalışılan yeni dünya sisteminin en önemli ağırlık noktasını oluşturuyor.

Bu merkezin öncelikleri ve tehdit algılamaları bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri belirlediği gibi bu ülkelerin toplumsal yapılarında da önemli değişimleri zorunlu kılıyor. Nitekim son yıllarda bölge ülkelerinde yaşanan iç gerilimler, toplumu hizaya sokma çabaları bunun bir uzantısı.

''Eksen''in ilk meyveleri

Türkiye ile İsrail arasında yapılan anlaşmalarla kendini gösteren, Ürdün''ü de içine alan ''eksen'' ilk meyvelerini Ortadoğu''da verdi. Türkiye ve İsrail''in, aralarındaki anlaşmaları ''ikili ilişki'' olarak tanımlamalarına ve bir başka ülkeyi hedef almadığı yönünde garantiler vermelerine rağmen, Suriye ve Mısır, süreci yeni bir bloklaşma olarak algıladı ve Arap dünyasını harekete geçirmeye çalıştı. Öte yandan İran, Müslüman ülkeleri bu yeni eksene karşı mücadeleye çağırdı. Çünkü bu eksen öncelikle İran ve Suriye''yi düşman listesinin başına yerleştirmişti. Ancak Türkiye ile Suriye arasındaki gerginliğin zirvede olduğu dönemlerde ne olduysa Mısır''ın tavrı değişti ve başlangıçta Arap dünyasını yeni oluşuma karşı harekete geçirmeye çalışan Mısır, sürece bir şekilde katıldı. Dolayısıyla Suriye yalnız kaldı. Bu günlerde Suriye''de yaşanan iç gerginlikler ve Suriye-İsrail arasındaki diyalog süreci Şam''ın da yerini belirleyecek. İran ise tarihî müttefiki Rusya''nın Kafkaslar''da ve Orta Asya''daki gerilemesi yüzünde bölgede yalnız kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Tahran''ın Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle yakınlaşan ilişkileri bu eksen için şimdilik bir tehdit içermiyor. Rusya''nın kayıpları Tahran''ın bu eksene yönelik tepkileri üzerinde belirgin bir rol oynayacak.

Öncelikler ve tehdit

Yeni yüzyılın enerji merkezleri olan Ortadoğu ve Orta Asya''daki kaynaklar üzerinde ortak bir kontrol kurmayı amaçlayan eksen, Kafkaslar''daki gerginlikler, Hazar''ın geleceği, Batı''ya ve Hint Okyanusu''na uzanacak boru hatları, Taliban''ın geleceği, önümüzdeki yıllarda Orta Asya''da çıkabilecek yeni krizler ve sınır değişimleri gibi bir- çok konuda karar mercii durumunda. Çünkü ABD''nin Avrasya projesinin merkezini bu eksen oluşturuyor. Eksen''in öncelikleri ve tehdit algılamaları konusunda ise belirleyici olan İsrail.

Yaşadığımız coğrafya üzerinde uygulamaya konulan bu masa başı proje ilk sonuçlarını şüphesiz Müslümanlar üzerinde hissettirecek. Hissettirmeye başladı bile. Nasıl mı? Avrasya projesinin en önemli propagandası ''istikrar''dır. Tehdit algılamasında en önceliklisi ise ''İslam''.

Hantal devlete son

Yeni bir dünya kuruluyor ve bu dünyanın mimarları insan hakları, demokrası, bireysel özgürlükler gibi ''devlet''i hantallaştıran, karar mekanizmalarını yavaşlatan, hareket kabiliyetini sınırlayan ''değerler''le uğraşmak istemiyorlar. Bunun için muhalif hareketler, hatta ''yasal muhalefet'' bile bir tehlike oluşturuyor. İstakrar adına Kuzey Afrika''dan Özbekistan''a kadar bütün otoriter yönetimler ayakta tutulmaya çalışılıyor. Bölgedeki birçok ülkenin bu eksene gönüllü olarak katılmak istemesinin en önemli sebeplerinden biri de bu yönde verilen güvencelerdir. İktidar tutkusu kendi kaynaklarını paylaşmayı, halkı hizaya getirmeyi, ulusal çıkarları unutmayı mübah kılıyor.

İslam düşman safına itildi

Gelelim tehdit algılamasına. Yeni süreç, İslami gelişmeleri, bölgenin daha da İslamlaşması''nı, İslam''ın bir bağımsızlık ruhuna dönüşmesini ve bölgedeki ''istikrarlı'' otoriter yönetimleri tehdit etmesini en büyük tehlike olarak algılıyor. Kuzey Afrika''dan Orta Asya''ya kadar hemen her ülkede İslami hareketlere karşı sürdürülen tasfiye operasyonunun ve ''İslami terör'' paranoyasının sebebi bu. Müslüman bir coğrafyada uygulanan ve Müslüman halkı baskı altında tutmayı, kontrol etmeyi ve onları iktidara ortak etmemeyi amaçlayan bu sürecin en zayıf noktası da burası. Yeni dünya sisteminin mimarları İslam''la barışmak yerine onu düşman safına iterek bir tercih yaptılar. ''İslam'' hem uluslararası düzeyde hem de Müslüman ülkeler nezdinde birinci tehdit ilan edildi ve bunun sonucu olarak sert bir tasfiyeci süreci yaşanıyor. Ortadoğu''nun ve Orta Asya''nın Müslüman toplumları ne zamana kadar kontrol altında tutulabilecek, bölgedeki otoriter yönetimler Müslümanlar karşısında ne kadar direnebilecek, bunu gelecek yıllar gösterecek. İslam''ı ''düşman'' safına iten bir projenin uzun vadede bölgeyi kontrol altında tutması zor görünüyor.

24 yıl önce
"Kadife kuşak" ve Çevik Bir
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi