|
Bütün olay sahilde geçiyor

Bir insan Kerbela"yı Normandiya Çıkarması gibi anlatıyorsa İslamcı, Kerbela"yı Çanakkale Savaşı gibi anlatıyorsa Alevidir.

"Kerbela"yı Normandiya Çıkarması gibi anlatmak" benzetmesi bana ait değil. En iyisi bu yazının hikayesini baştan anlatayım.

Gecenin bir yarısı telefonuma mesaj geldi. Mesajı gönderen arkadaşım, "genelde Alevi". Yanlış anlaşılmasın, "genelde" derken ne şaka yapıyorum, ne de hafife alıyorum. Birçok insanın "genelde müslüman, özelde seküler", "genelde laik, özelde dogmatist", "genelde solcu, özelde faşist" olması gibi, yaygın bir hal bu.

"Genelde Alevi, özelde arafta" olan arkadaşım, birçoğumuz gibi bir modern zamanlar mağduru. Kıyameti bekleyenlerden değil, genelde ve özelde, çoğu zaman kıyameti yaşayanlardan. Kendi kıyametinden kaçamayanlardan. Biçare koşturup duranlardan. Dünyaya kanmaya çalışsa da bunu pek beceremeyenlerden.

Arkadaşım, gece yarısı bana yolladığı mesajda, benim de bildiğim bir Sünni hocaefendiden bahsediyor, (aklımda kaldığı kadarıyla) şöyle diyordu:

"Bu adam, Kerbela"yı Normandiya Çıkarması gibi anlatıyor! Ayıptır, günahtır ya hu…"

Detayları öğrendikten sonra, hakkını teslim etmeden duramadım:

"Çok güzel bir benzetme! Haklısın valla, fakat bu duruma çok bozulsan da ağzını bozma" dedim, demeye çalıştım.

Sonraki günler, olur olmaz yerlerde aklıma geldi Kerbela ve Normandiya.

İtiraz eden olmaz sanırım, bu vesileyle şu gerçeği fark etmem uzun sürmedi: "Biz" Kerbela dışında serinkanlı olamıyoruz!

Kerbela konusunda gösterdiğimiz, güzel ama eksik serinkanlılığı niçin başka meselelerde gösteremiyoruz?

Cevabınızı tahmin edebiliyorum: "Çünkü mesele nazik."

Muhterem okuyucular, genç kızlar, hacı amcalar ve emekli subaylar, lütfen üslubumu mazur görün, ama ne zaman şu hakikati göreceksiniz: Sadece Kerbela değil, bütün meseleler naziktir.

Bütün meseleler nezaketi hak eder. Çünkü mesele yara demektir. Kaşınmaz, kanatılmaz, çok dikkatli ele alınır, kibar olunur, merhametle dokunulur.

Kerbela"da gösterebildiğimiz, güzel ama eksik serinkanlılığı genelde ve özelde gösterebilseydik; gerçek b-ilim adamlarımız ve b-ilimsel eserlerimiz olurdu. Raflarda tozlardan başka kimsenin ziyaret etmediği, "akademik yayınlar"ımız değil. Akademik unvanını kapı ziline yazacak kadar görgüsüz, b-ilim adamı kartviziti taşıyan demagoglarımız değil. "Genelde muhafazakar profesör, özelde modern vaiz."

Yeri gelmişken, başka bir arkadaşımın Medeniyetler İttifakı"yla ilgili yaptığı espriyi hatırlatayım. Arkadaşım şöyle diyor:

"Daha ceketi ile pantolonunu, gömleği ile kravatını ittifak ettiremeyenler, medeniyetleri ittifak ettirmeye çalışıyorlar!"

Uğraşlarımızın beyhude olduğunu, onca imkana karşın niçin olmadığını anlamak için, yazının başındaki benzetmeyi biraz daha açalım. Kerbela"yı Normandiya Çıkarması gibi anlatmak ne demek?

Sanki Kerbela başkalarının hikayesiymiş gibi, sadece teknik detaylar vererek, duygusuz, ruhsuz anla(t)mak demek.

B-ilim adamını aşçıya benzetecek olursak; hayatın bir çok alanında kıvamı/ölçüyü tutturamadığımız, arif olmadan tarifler verdiğimiz gerçeğiyle komşu oluruz.

Ölçüyü kaçıran neyi yakalayabilir? Ya teknik detaylarla boğulmuş ruhsuz hikayeler, ya da teknik detayların olmadığı modern kıssalar anlatır. Kıssa anlatmak, kuşkusuz çok önemli bir iş, ama vaizin işi. B-ilim adamının değil. Herkes işinin hakkını versin.

B-ilim adamının serinkanlı olması farzdır, ama bu hassasiyet ruhsuz, duygusuz olmamızı gerektirmiyor. B-ilim adamı, usta aşçıya benzer; iyi malzemeyi toplar, ayıklar, temizler. Sonra ayıkladığı malzemeyi terkip eder, birleştirir, bize servis eder. Bizi mest eder.

Baharatsız yemek, duygusuz b-ilim olmaz. Yıllarını her hangi bir meseleye değil de, tek bir meseleye veren bir b-ilim adamının duygusallığını görmek için mikroskop mu lazım? Başarısının sırrı, güzel ve ölçülü duygusallıktadır. Formülünü de unutmuş olamazsınız: "Başarılı olmak istiyorsan işini sev."

İster acı ister tatlı olsun, duygular da baharat gibi "ölçülü" kullanıldığında; yapılan iş ruhsuz olmaz, yorgunluğumuzu alır zevk verir. Kafa karışıklığını giderir, kalbe inşirah getirir. İbadet gibi olur. Çünkü akıl ve kalp, ruh ve beden o anda artık birliktedir. Usta aşçının elinden çıkmış bir yemek gibi, iyi bir entelektüel faaliyet de insanın canına can katar. Hem bedenimizi hem ruhumuzu doyurur; şifa olur.

Olmazsa ne olur? Sanat filmi gibi olur.

Sanat filmlerinin çoğunda olduğu gibi, olay hep sahilde geçer. Kerbela da, Normandiya da..

Bu şakanın hikayesini de başka zaman anlatalım.

10 yıl önce
Bütün olay sahilde geçiyor
Biden sonrası ihtimaller
Üç cümlenin düşündürdüğü
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…