|
Nefsini terbiye edemeyen öküz: Vol. 1

Kıymetli vakitlerinizi almayayım; acelesi olanlar için yazının özeti:

Eski alışkanlıklarımızla "Yeni Türkiye"yi inşa ediyoruz.

İnsan kaygılanıyor. Bir kere daha aynı şeyi (mi) yapıyoruz. Yüz yıl önce, peygamberlerden mucize beklemeyi bırakıp gardıroplardan mucize beklemeye başlamıştık. Sonuçta, Batılı kıyafetlerin üstünde taşıdığımız şark kafasıyla modern bir cumhuriyet kurduk.

Şark kafasıyla modernleşme nasıl oluyor? Bu soruya birkaç örnek vermeden geçmeyelim.

Sadece padişahlığı kaldırdık, padişahlık zihniyetini kaldırmadık. Cumhuriyetimiz ile birlikte, kör göze parmak misali, özellikle gazete köşeleri ve büyükelçilikler babadan oğula geçmeye başladı. Osmanlıda padişah ailesi merkezdeydi, cumhuriyette ise (bazı) aileler merkeze yerleşti. Eşitlik de yanlış anlaşıldı. Anayasadaki eşitlik maddesi doğrultusunda, padişahlık eşit olarak memurlara dağıtıldı. Her memur, kendi sınırları içinde, bir padişah parçası oldu. (Evrim!) Emekli olana kadar o "seçilmiş"e dokunamazsınız. Dokunacak olsanız; mahkeme kendisini görevine iade ediyor; sistem bunun üzerine kurulu.

Çocukların seçilmesinde yaşanan dramatik sahnelerin ötesine ne zaman geçeceğiz? Gelin biraz serinkanlı olalım ve mutlu bir günümüzde fotoğraf çektirir gibi, yan yana, omuz omuza, bir kerecik "büyük fotoğraf"a bakalım.

Devşirme sistemiyle; din, dil ve ırk ayrımı yapmadan toplumun içinden en iyiler seçiliyordu. Bugünün Türkçesiyle söylersek: Dedelerimiz "best of" yapıyordu. Best of Ottoman Empire.

Sözün burasında, bir açıklama yapmak zorunlu hale geliyor. Çünkü burası Osmanlı lehinde cümle kurarsanız "Osmanlıcı", aleyhinde cümle kurarsanız "aydın" muamelesi göreceğiniz, puslu bir coğrafya. İlkokuldan itibaren ya siyah-beyaz, ya beyaz-siyah bir film seyrediyoruz. Oysa hepimiz aynı karanlıktayız (sinema); sadece salonlarımız farklı, kurgularımız ters.

Laiklerin filmi siyah-beyaz: Osmanlı siyahı, Cumhuriyet beyazı temsil ediyor. Muhafazakarların filmi ise beyaz-siyah: Osmanlı beyazı, Cumhuriyet siyahı temsil ediyor. Söylemeye gerek var mı: Bu iki film de kötü, ikisi de mübalağalı, ikisi de gerçeklere aykırı. İşte böyle zamanlarda, bir arabanın yüz kilometre hıza ulaştığı süreden çok daha kısa sürede, insan, çıldırma noktasına gelebiliyor. Ve yüksek sesle sormadan edemiyor:

Hani grinin bile 50 tonu vardı (ulan!)?

Durum göründüğü gibi değil, ("ulan"ı) açıklayabilirim. Ne yalan söyleyeyim, yazıp yazmama konusunda çok bocaladım. Lütfen kabalık olarak algılamayın, samimiyetime verin, çünkü "ulan"ı eklemeseydim, hem sorunun duygusu eksik kalırdı, hem de rahatlayamazdım.

Rahatladıysak, rahat rahat konuşabilirsek, sanırım şu konuda anlaşmamız zor değil. İster Osmanlı ister Cumhuriyet devrinde yaşamış olsun, dedelerimiz bazı işlerde profesyonel, bazı işlerde amatördüler. Bazı işlerde iyi, bazı işlerde kötüydüler. Diyeceğim o ki, "Önce o elini indir!" Kimseyi küçümsemeyelim, hayat bu. Dağları aşıp küçük sularda boğulmak, her insanın başına gelen bir Tanrı misafiridir.

Dağları aşıp küçük sularda boğulmayı aklınız almıyorsa, halden anlamanız için, size bir şarkı tavsiye edebilirim. Şarkıda şöyle diyor: "Aklın almadığı şeyleri kalp alıyor." Yani biraz merhametli, biraz anlayışlı olalım.

Güya bu yazının üçüncü cümlesi, aşağıdaki soru olacaktı, fakat soru"nun anlaşılabilmesi için bu girizgâh farz oldu.

Samimiyete değer verenler için samimi bir soru:

Eski alışkanlıklarla "Yeni Türkiye"yi inşa edebileceğimize gerçekten inanıyor musunuz?

Eski Türkiye, herkesin kendi mahallesinde yaşadığı, bir kanaat önderinin duygulara tercüman olduğu, monolog kültürün hakim olduğu bir dünyaydı. Bkz. İnternette paylaşma rekoru kıran yazarlar. "Çok güzel, duygularıma tercüman olmuş." Yabancı dilde bile kompozisyonlar yazarak sınavlar kazandın, ama hala arzuhalcilere/köşe yazarlarına muhtaçsın.

"Yeni Türkiye"de kaos hakim; çünkü her şey ve herkes birbirine karıştı; hepimiz monolog kültürde büyüdük, hep bizim gibi düşünenlerle, bizim gibi hissedenlerle yaşadık. Çok iyi konuşmacıların çok kötü dinleyici olması, çok iyi yazarların çok kötü okur olması bundan. Dünya görüşümüz ne olursa olsun, kibar ve net olmayı öğrenene kadar, bu gürültü bu kaos devam edecek.

Yani medeni insanlar olana kadar, eski alışkanlıklar, eski ezberler ve monologlar sahnede olacak.

Şükür, nihayet sözü yazının başlığına getirebildim. "Minik Serçe"nin konserde söyledikleri bu türün en güzel örneklerinden: "Bizi örteceğinize kendi nefsinizi terbiye edin öküzler!"

Bu söz yüzünden kendisine kızdınız veya alkışladınız. Rahatladıysanız, konuya dönelim mi? "Hayvanlar Çiftliği"nin yazarı George Orwell gibi biz de mecaz biliriz. Mesele nefsimizi terbiye etmekse, şu mecazi soruyu niçin sormuyoruz: Öküzlerin önce kendi nefsini terbiye etmesini isteyen inekler, kendi nefslerini nasıl terbiye ediyorlar?

Haftaya devam edelim.

10 yıl önce
Nefsini terbiye edemeyen öküz: Vol. 1
Ak Parti-HDP görüşmesinde neler yaşandı
Kara dinlilerle milletin savaşı
Mardin günlerimden...
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek