|
Ölüm var

''Ölümü siz canlılar arasında daima geçerli kıldık. Bu sebeple, ölüme engel olabilecek ve bizim önümüze geçebilecek yoktur'' buyruluyor.

Tam da burada, dedemi hatırlıyorum. Ölüme bile milli servet gözüyle bakardı. Çünkü eskiler, ölümü topluma ve hayata kazandırmış insanlardı. Yahya Kemal''in ''biz ölülerimizle beraber yaşayan bir milletiz'' demesi bu yüzden.

Şimdilerde ise ölmüyor, eks oluyoruz. Arabaların pert olması gibi bir şey bu. ''Makineleşmek istiyorum'' diyenin dileği gerçekleşmiş görünüyor.

Bu yazıyı yazmadan evvel, büyük bir hastanenin acil servisinde oturdum, sonra morgun çevresinde dolaştım. Cenazesini almak için bekleyenler vardı. Üzüntü ve çaresizlik büyük.

Kemal Tahir, ''kendimizi merak etmiyoruz'' diyor. Bana kalırsa, kim olduğumuzu öğrenmek için, hastaneleri ve mezarlıkları ziyaret etmemiz gerekiyor. Oralarda görüntü çok net.

Her bahar, birkaç kez Hasdal mezarlığına gidiyor ve saatlerce oturuyorum. Bir yanda çiçeğe durmuş erik ağaçları, bir yanda bembeyaz mermer taşları. Her ikisi de beyaz olmasına rağmen, farklı dünyaları temsil ediyorlar: Biri hayatı, diğeri ölümü.

Şunu da hatırlatmış olalım: En iyi nefis terbiyesi, mezarlıklarda yapılıyor.

***

Ölüm var. Bu ''acı'' gerçeğin, hepimizi yatıştırması ve hırs gibi kötü huylardan arındırması lazım. Fakat tersi oluyor. Sözgelimi, belli bir yaştan sonra, dünyaya ait şeylere daha düşkün hale geliyoruz. Özellikle para tutkusu ve mülkiyet duygusu. (Ölüm Psikolojisi isimli eserden.) Oysa kural belli: Neyi seversen sev, ayrılacaksın.

Gazetelerde, dergilerde görüyor, okuyoruz. ''Ölmeden önce yapılması gereken şu kadar şey'' diye listeler yayınlanıyor. Tarihi ve turistik yerler, şuralar, buralar, hatta lokantalar. O listelerin hiçbiri, kadim nasihatimizi hatırlatmıyor: ''Ölmeden evvel ölünüz.'' Kısaca, teslimiyet.

Söyledim, yine söyleyeyim: ''Bu şiddetli asırda'', ölümlü olduğunu bilen ve ona göre yaşayan insanlara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Ne yazık ki, böyle insanların sayısı azaldı, azalıyor.

Geçen gün, ne anlama geldiğini hâlâ çözemediğim şu cümleyi yazdım: Ölüm, bizi dünyadan ayırmaz, dünyayı bizden ayırır. Buna çalışmalıyım. Karacaoğlan''a ait şu iki dizeye de: ''Azrail gelmiş de can talep eder / Benim can vermeye dermanım mı var?''

***

İslam dünyasının birçok yerinden, neredeyse her gün, büyük ölüm haberleri geliyor. Turgut Uyar, Geyikli Gece şiirinde ''Ölünce beş bin on bin birden ölüyorduk güneşe karşı'' der. Öyle.

Ölenlerin, kayıpların, ziyan olup gidenlerin hesabını tutmak imkânsız hale geldi. Irak''ta kaç kişi öldü, Suriye''de ölüyor, tam olarak bilinmiyor. Sanki insanlık, toplu bir zehirlenme yaşıyor.

Bir yandan ölüm imgesini hayatımızdan çıkarmak istiyor, mezarlıkları şehrin en ücra köşelerine taşıyor, morgları hastanelerin en kuytu yerlerine gizliyor; diğer yandan da canlı yayınlarda ölüm haberlerini izliyoruz. ''Gül ey saf çelişki.''

Burada, sadece savaş ve terör bölgelerinden yahut habercilerden gelen ölümlerden bahsetmiyoruz. Güvenlik ve trafik kameraları, cep telefonları, başkalarının ölümünü her gün gözümüzün önüne taşıyor.

İsmet Özel, Üç Frenk Havası''nda, ''Bize ne başkasının ölümünden demeyiz / çünkü başka insanların ölümü / en gizli mesleğidir hepimizin'' diyor. Böylece, başkalarının ölümünü seyretmekten, kurcalamaktan, konuşmaktan, kendi akıbetimizi unutuyoruz. Çünkü sağlıklı besleniyor, düzenli olarak kontrole gidiyor ve güvenli evlerde oturuyoruz.

Ölüm, elbette uzun bir konudur. Lütfi Bergen''in şu cümlesi, meseleyi özetliyor olsa da: İnsan ölmeye gelmiştir. O halde, korkma.

10 yıl önce
Ölüm var
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi