|
Beton yığınlarıyla kimliksizleş(tiril)en şehirler

1980 sonrası ‘patlayan’ yeni şehir mimarisi, kısaca ifade etmek gerekirse, merkezin taşrası sayılabilecek alanlara, bölgelere yüksek binalar dikmekten ve her türlü alt-yapı, çevre ve ulaşım sorununu çözümleyerek ‘merkez’ şehre bağlı ‘uydu kent’ler kurmaktan geçiyor.

‘Uydu kent’lerde mesken edinme mutluluğuna(!) erişmiş vatandaşlar için, yeni yaşam alanlarında şehrin merkezinde karşılaşılan çeşitli sorunlardan eser yok.. Örneğin ne trafik çilesi, ne gürültü ve hava kirliliği, ne park sorunu, ne yeşil alan ihtiyacı, ne çocuklar için oyun alanı sıkıntısı…

Marketleri var, büyük mağazaları ve her türlü ihtiyacın giderildiği alış-veriş kompleksleri var, okulları var, hastaneleri var… uzun minareli camileri de var.. Ee, daha ne olsun?

Göreceli de olsa rahat, konfor, temizlik vs. her şey yerli yerinde..

Peki, şehircilik denilen olgu yalnız bunlardan ibaret sayılabilir mi?

Elbette sayılamaz, sayılmamalı!

Zira, unutulan veya unutturulan bir şey var: Uydu kentlerin ‘rûhu’ yok! Yalnız kendine ait bir ‘kimliği’ ve dolayısıyla bu kimliği diğerlerinden ‘farklı’ kılan herhangi bir ‘özelliği’ yok!.

Bakın Bursa’nın çevresinde oluşan bu tür yerleşim alanlarına.. Bir de örneğin, Kayseri’ye bakın veya diğer şehirlere.. Herhangi bir fark görebilecek misiniz? Hayır, yoktur, bulamazsınız! Yüksek katlı apartmanlar, geniş yol ve caddeler vs. vs.. Genellikle tek tip yapılaşma modelleri.. Sanki her iki şehrin -ve diğerlerinin- söz konusu bölgeleri aynı mimarın elinden çıkmış, aynı müteahhit veya aynı kooperatif tarafından inşâ edilmiş gibi..

Siluetleri bile hemen hemen aynı!

Doğal konumları, şartları ve iklim özellikleri dışında, buralarda mesken edinenlerin, oturdukları muhitleri diğer benzeri yerlerden farklı algılayabilecekleri, aidiyet hissine yol açabilecek herhangi bir ‘özellik’, ‘özel kimlik’, nasıl desem değişik bir mimari kalite, estetik özgünlük söz konusu değildir.

Ha Bursa’nın ‘uydu kent’i, ha Kayseri’nin.. Ha burada oturmuşsun, ha orda.. Hiç fark etmez!.

Oysa, hepimiz biliyoruz ki; örneğin şehir olarak Bursa’yı “Bursa” kılan unsurlarla Kayseri’yi “Kayseri” kılan unsurlar ne kadar farklıdır, başkadır.. Söylemek bile fazla: Bursa’ya veya Kayseri’ye esas özellik/özgünlük katan yalnız mimarî yapıları, o yapıların Osmanlı ya da Selçuklu eserlerinden meydana gelmesi değildir; söz konusu mimarî yapılaşmada yaşayan ve dolayısıyla şehir halkının hissetmekte zorlanmadığı rûh zenginliği, kimlikli ve kişilikli duruşlar ve dolayısıyla bir medeniyetin seçkin halkaları oluşlarıdır..


* * *


Peki, bütün bunları bizim belediye başkanlarına nasıl anlatmalı?

Diyelim ki, anlattık.. Anlayacak ve kabullenecekler mi?

Hadi, diyelim ki, anladılar ve kabullendiler.. Şehirciliği, belediye hizmetlerini ulaşımdan, alt-yapıdan vs. ibaret sayan anlayışlarını gözden geçirme cesaretini gösterip, hiç olmazsa uygulama alanlarını çeşitlendirme ve zenginleştirme yolunu seçecekler mi?

Hiç kuşkunuz olmasın: Hımm hımm, diyecekler ve fakat yine bildiklerini okumaktan vazgeçmeyecekler!

Ne yazık ki; bu ülkede, şehirciliğin ve bir hizmet alanı olan belediyeciliğin bir ‘kültür’ ve ‘medeniyet’ ufkuna, algısına, donanımına sahip olmaktan geçtiğini bilen, idrak eden çok sayıda belediye başkanı yok! (Var olanlara verebileceğim örnek sadedinden, Bursa Osmangazi Belediyesi’nin ‘kültür’ ve ‘medeniyet’ eksenli ve bana göre hayatî önemdeki çalışmalarını bir başka yazı konusu yapmak niyetindeyim.)

Yaşadığım şehirdeki Büyükşehir Belediyesi’nin uygulamalarını görüyoruz işte; iki temel atmanın, birkaç açılış yapmanın hem öncesinde hem sonrasında, ‘tanıtım’ ve ‘halkı bilgilendirme’/‘haberdâr etme’ adı altında, işleri-güçleri reklâm!..

Ha, unutmadan, Türkiye’deki çoğu belediye başkanının telâşı (Yegâne telâşları!.) ve kaygusundan (En gözde kayguları!.) söz edilebilir bir de: “Yeniden seçilmek”!..

18 yıl önce
Beton yığınlarıyla kimliksizleş(tiril)en şehirler
İngilizce siyaset
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?