|
Bir rüyaya yolculuk

Aslında o kadar çok birikmiş mesele var ki yazmak istediğim. Öncelikle Osman Kavala meselesi var. Ama yazmayacağım bugün. Kısasını söyleyip geçeceğim sadece: “Karar hukuka uygun mu bilmem, ama kesinlikle adil!”

Ardından içki masalarına Kadir Gecesi’ni meze eden Pegasus çalışanları meselesi var. Güya özgürlükçülerle bizim entegrist hımbıllar birlik olup, kutsalımıza doğrudan saldıran bu “it-yavşak takımını” savunmaya çalıştılar biliyorsunuz. “Aman efendim, işten atılmaları için çağrı yapılır mı, Allah hidayet versin deyip geçmeliydik” ve daha bir sürü şey. Fakat onu da yazmayacağım. Kısasını söyleyip geçeceğim sadece: Hangi dinden, hangi inançtan olursa olsun kutsalına saldırılan insanın hımbıl hımbıl köşesine çekilmesi onun izzet ve şeref yoksunu bir ezik olduğunu gösterir. Duyarlı biri olduğunu değil.

“Onu yazmadın, onu da yazmadın, ne yazacaksın birader?” diye sorarsanız cevabım şu: Bir rüyayı yazacağım.

TVNET biliyorsunuzdur, bu yıl Özbekistan’dan yaptı iftar programı yayınını. Kudüs ve Endülüs’ün ardından bir bakıma “üçgeni tamamlamış” oldu. Doğrusu, eşine az rastlanır nitelikte bir yayıncılık hizmeti olduğunu düşünüyorum bu işlerin.

Hikâyesi uzun ama TVNET’in Endülüs Ramazan yayınına katılamamıştım bazı bireysel nedenlerle. Bu kez iftar programının hem yapımcısı hem sunucusu İsmail Halis, “kaçarın yok” dedi ve üç günlüğüne de olsa hem Buhara’yı hem Semerkand’ı görme fırsatı buldum.

Gece indiğimiz Taşkent’i değil ama o gecenin sabahı trenle gittiğimiz Buhara’yı ilk gördüğümde Mekke’yi, Medine’yi, Kudüs’ü, Şam’ı ve Saraybosna’yı ilk gördüğümde kurduğum o cümleyi kurdum: Allah bana ömür ve imkân verirse ben buraya hep gelirim.

İnsanın şehirlerle kurduğu ilişki doğal olarak “kültürün içinden” kuruluyor. Zihnindeki hâkim kültür neyse, kültürel olarak hangi dünyaya yatkınsan beğenini öyle belirliyorsun. Buhara ve Semerkand’da yaşadığım “burası benim şehirlerim” duygusu da tam olarak böyle elbette. Gönlüm ve kültürüm yatkın benim oralara.

Dahasını da söyleyeyim. Buhara ve Semerkand’ı içine alan Maveraünnnehir bölgesi, büyük oranda kültürümü ve gönlümü de belirleyen bölge aslında. Zira insanlık tarihinin gördüğü en büyük “yöntem”lerden birini kuran İmam Maturidi de burada, Peygamber(s.a.v)’in pak ağızlarından çıkan her bir cümleyi “usulü” ile kayda geçiren muhaddisler de burada, “düşünmeyi nasıl düşünürüz?” sorusuna ömrünü vermiş İbn Sina da burada, “el kârda, gönül yarda” diyerek İslam tasavvufunun bugün bile bir imkân olarak yaşayabilmesini sağlayan Şah-ı Nakşibend ve bilcümle Sadat-ı Kiram efendilerimiz de burada.

Hal böyle olunca inanma yöntemimi, anlama usulümü, sorgulayan düşüncemi ve sahip çıkma gayretinde olduğum meşrebimi belirleyen coğrafyaya gitmiş oldum Özbekistan’a gidince. Sıfır yadırgama ve sıfır yabancılama ile “kalbimin şehirleri”ni görmüş oldum.

Burada birkaç hususiyetten söz etmek lazım… İlki ve en önemlisi, Türkiye ve Özbekistan arasında hızla yükselen “ilişki trafiği” meselesi… Türkiye ile Özbekistan arasındaki ilişkiler günden güne, saatten saate güzelleşiyor ve gelişiyor. Bunun, her iki ülke için de devasa fırsatlar barındırdığını görmekse bambaşka bir mutluluk.

İkincisi Özbekistan’ın İslam Kerimov ile başlattığı “yeniden büyük ülke olma” hayalini sürdürebildiğini görebilmenin mutluluğu. Burada Özbekistan’ın hem kendine mahsus avantajları hem de bazı dezavantajları olduğunu söylemek lazım. Avantajı daha fazla kuşkusuz. Genç ağırlıklı 35 milyon nüfusu, geniş coğrafyası ve günden güne geliştiğini duyduğumuz “iş yapma kültürü” avantajlar. Lojistik ise dezavantaj gibi görünüyor.

Çok yakıcı bulduğum bir hususla bitirmiş olayım. Bizimkinden daha sert bir kültürel yok saymaya, bizimdenken daha sert baskılara ve devrim adı altındaki zorbalıklara maruz kalmalarına rağmen Özbekler, kendi “mahsus kültür”lerini sürdürmek konusunda dünyaya da bize de örnek olacak bir performans göstermişler.

1990 yılında yapılmış İmam Maturidi türbesini 11. yüzyılda inşa edilmiş zannetmenizdeki o kültürel devamlılıktan söz ediyorum. Miletlerin millet olarak var olma ve var kalmasını sağlayan devamlılıktan yani.

Sonun sonu: Özbekistan’ı görmek, bir çeşit “sahih köklerimizi görmek” anlamına geldi benim için. İlk fırsatta tekrar gitmenin planlarını yapıyorum. Dikkatleri yeniden Özbekistan’a çeken Albayrak Grubu’muza, TVNET markamıza ve sevgili İsmail Halis’e de çok teşekkür ediyorum.

#Osman Kavala
#TVNET
#Özbekistan
2 yıl önce
Bir rüyaya yolculuk
ABD’den medet uman Çağdaş Mandacılar
Koalisyon şart
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti