Aslında ben, gündelik politika denilen şu meretten ne hoşlanıyorum ne de kendimi mecbur kalmış hissetmedikçe üzerine kalem oynatıyorum.
Bir adam düşünün. Türkiye’deki Kürt sorunundan hiç haberi olmamış ve bizim ona, Kürt sorununun tarihsel gelişimini ve bugününü çok kısa bir süre içerisinde anlatmamız gerekiyor. Meselenin tarihini kısaca anlattıktan sonra laf sorunun bugününe geliyor.
Ben herhalde bugünü şu cümlelerle anlatırdım o adama: ‘Abi şimdi Kürtlerin bir numaralı ismi barıştan söz ediyor. Türk hükümeti de çözüm süreci isimli bir projeksiyon geliştirmiş durumda. Silahların bırakılması sürekli gündemde… Kürt halkının tamamına yakını ile Türk halkının tamamına yakını olan bitenden oldukça memnun. Üstelik Türkiye’deki ana muhalefet partileri de kimi itirazlarına rağmen bu süreci baltalamaktan yana değiller. Yalnız…’
HDP üzerinde etkili olduğunu gördüğümüz ve esasen ne düşünsel ne toplumsal bir karşılıkları olmayan bahsini ettiğimiz ikinci yapı, başkasının parasıyla kumar oynayan ve durmadan ‘bu el mutlaka kazanacağız baba’ diyen beceriksiz kumarbazlara benziyorlar.
Bu esnada olan, HDP’deki ‘Kürt temsiliyeti’ne oluyor. Hem doğu ve güneydoğudan hem de İstanbul’dan fikirlerini aldığım onlarca arkadaşım, bahsi geçen bu ekibin HDP içerisinde elde ettiği ağırlıktan oldukça rahatsızlar. Esasen HDP tabanının ağırlıklı bölümünün istediği şey açık. Onurlu, haklarını elde ettikleri bir barış düzlemine ilerlemek. Bu düzleme zarar verebilecek maceralar bu insanları tedirgin ediyor.
Ne diyordu Susanna Tamaro: ‘İtalyan’ın da İtalyan’dan başka dostu yok hewal. Kahrolsun faşiklik, yaşasın halkların kalleşliği… Haksız mıyım?’