|
Bazı dönüşlerin karanlığı

“Sessiz bir hayatın cesur yalnızlığı…” Bu dizeyi nerde okuduğumu hatırlamaya çabalayarak tırmanıyordum yokuşu. İnsanın bir iflahı varsa çoktan kesilmiş olması gerekirdi benimkinin. Sıcaklık elli beş derece falan olmalıydı. Otogardan bu yana sürdürdüğüm yürüyüşte sağ elimdeki valiz ağırlaştıkça ağırlaşmış, sol omzuma çaprazlama astığım çanta ise belirgin bir dengesizlik katmıştı yürüyüşüme. Doğuştan topal bir eşek gibi sekerek söktürüyordum yokuşu.

İlerde bir kadın, evin önündeki küçük kel arsada salıncağa benzer yuvarlak bir düzeneği biteviye çeviriyordu. Düzeneğin üzerindeki çarşaflar ince demirin çıkardığı sese eşlik eden bir ıslık tutturmuşlardı.

Kadını ve çamaşır değirmenini solumda bırakıp sağdaki sokakta beş numaralı evi buldum. Giriş katta “Pumpkin Tour&Travel” yazılı tabelanın altındaki zile bastım boştaki sol elimle. Kapıyı, parmaklarını yalamakla meşgul biri açtı.

Karpuz, peynir, ekmek ve yenice bitmiş menemenin tavası vardı Şehmuz’un masasının önündeki sehpada. Usul usul, açlığımı belli etmemeye çalışarak doyurdum karnımı.

“Kral adam baban kral… Bak ben sana bir şey söyleyeyim babacan. Kral düşse de kraldır. Yavşak takımı parayı bulsa da boş geç, bize öyle adam yaramaz. Ne okuyorsun sen İstanbul’da?”

“İlahiyat. Marmara. İkinci sınıf.”

Siyah mobilya bir masa, siyah deri taklit koltuklar, koyu kahverengi lambri panellerle burası bir turizm firmasının yönetim ofisinden çok bir devlet dairesini andırıyordu. Tek fazlalık, Şehmuz’un masasında küçük bir halıya dokunup ayaklı bir çerçeveye iliştirilmiş bozkurttu.

“Oku babacan oku, biz okuyamadık. Vatan millet davasına bıraktık her şeyi.”

Zil çaldı. Şehmuz kalkacak oldu. “Ben açarım abi,” dedim.

Kapıyı açtığımda kırk yaşlarını hafifçe aştığını tahmin ettiğim bir kadınla değil, babamla karşılaşmayı umuyordum tabii. Kadın da kapıyı Şehmuz’dan başka birinin açmasını beklemiyordu anlaşılan. Bu durumlara mahsus kısa bir şaşkınlıktan sonra kadın bozdu sessizliği “Şehmuz yok mu?”

“Var, içeride.”

O sıra Şehmuz geldi zaten. “Zerrin hanım buyurun lütfen, hoş geldiniz” diyerek karşıladı kadını. Kadın odaya doğru hem yürüyüp hem de konuşuyordu. “Geldim de hoş gelmedim Şehmuz. Yolcum Dalaman’da iki saat beklemiş dün gece. Hayır yani bunlar Rus falan olsa idare ederiz de, Alman grup. Her şeyleri saatli bunların…”

Kadına yer gösterip koltuğa neredeyse çöken, hatta Yusuf’a biraz da küçülmüş gelen Şehmuz, yüzünü ekşiterek “şimdi Zerrin hanım. Bir yanlışlık olmuş tabii. Planlama hatası diyelim biz ona. Bir aracımız Pamukkale’den zamanlı dönememiş. Hatta o da sizin grup” diye izaha girişti. Elimin işaret parmağını havada çevirdim birkaç kez. Şehmuz anladı. “Babacan birer çay ver bakalım bize” dedi.

Çayları servis ettim, kahvaltı boşlarını topladım, mutfağa döndüm tekrar. Pencerenin altındaki tabureye çöküp bir sigara yaktım. “Sessiz bir hayatın cesur yalnızlığı” dizesi üşüştü yine zihnime. O sıra mutfağın kapısı açıldı.

Sigarayı hızla atıp üzerine bastım. Babamın yüzüne baktım sonra. Bir şey eksikti babamın yüzünde. Yorgunluk, cesaret, Orta Anadolu insanına mahsus karalık, her şey tamamdı ama eksikti işte bir şey. Eline davrandım. Sonra sarıldı babam bana. Benim hafif tüylerle dolu yanağım, babamın daha sabah tıraş edilmiş pürüzsüz yanağına değdi. Tamam, sakalı yoktu babamın.

Gençlik fotoğrafları hariç babamı hiç sakalsız görmemiştim ben. Yine de dilimin ucuna gelen soruyu son anda yutmayı başardım.

“Hoş geldin oğlum, nasılsın?”

“Hoş buldum. İyiyim. Sen nasılsın? Alışabildiniz mi buraya?”

“Ben çabuk alıştım da annen daha alışamadı.”

“Yerleşebildiniz mi eve?”

“Yerleştik yerleştik.”

Bütün konuşma boyunca babamın alt yüzüne kilitlendi gözlerim. Kaçırmak istiyor, ama başaramıyordum.

“Kes dediler. Turizm işinde sakallı olmazmış. Eh, kökü bizde şükür, yine bırakırız.”

Belli belirsiz bir “tabii” dedim ama babamın yüzünden geçen bulutların tamamını da fark ettim.

“İyi hadi bir çay da bana koy bakalım da içip gidelim. Annen bekliyor. Sonra da transfer var. Yorgun değilsen atar geliriz.”

Baba oğul, Zerrin hanımla Şehmuz’un kıkırdamaları arasında sokağa attık kendimizi. Çamaşır değirmeni biteviye dönüyordu sokağın başında.

#Dize
#İlahiyat
#Marmara
3 yıl önce
Bazı dönüşlerin karanlığı
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti