|
Kaçış

Birikmiş bir borçtan kaçar gibi kaçmaya çalışıyordu. Hani böyle “işlerim nasılsa düzelir” umuduyla tefeciden borç alan, işleri düzelmeyince tekrar borç alan, o borcu kapatmak umuduyla tekrar borç alan ve sonunda tefecinin adamlarıyla yüzleşmek zorunda kalıp bulduğu bir aralıktan tabanları yağlayan, sanki onları atlatsa borcunu ödemiş gibi hissedecek bir borçlu gibi kaçıyordu. Ona öyle geliyordu ki bir kez, sadece bir kez kaçabilse her şey tamam olacak.

Firavun’un ordusundan kaçar gibi kaçıyordu. Gökten kurbağaların yağmadığını, evinin kapısına çarpı işareti koyulmadığını, Nil’in taşmadığını, şehre sepet içerisinde gelip çıkabileceği en yüksek mertebeye çıkan yetim bir öndere tâbi olmadığını, ortalıkta ne sihirbazlar topluluğunun ne de o asanın görünmediğini biliyordu. Ona öyle geliyordu ki bir gece vakti yayan yapıldak yola düşse, arkasındaki ordudan kaçsa, Kızıldeniz’in kenarına gelse koca deniz ortadan ikiye ayrılacak, o yürüyüp geçecek, ardındaki askerler suyun dibini boylayacaktı.

İlk kurşunu isabet ettirememiş avcıdan kaçan ceylan gibi kaçıyordu. Kalbi akıl almaz bir hızla atıyor, avcının kurşunundan hızlı koşabileceğine dair iyimser bir inanç geliştiriyordu. Ona öyle geliyordu ki ilk kurşundan kaçtığı gibi ikincisinden de kaçacak, diğerini de atlatacak, bitimsiz çayırlara, durgun ırmaklara, güzel gölgelere kavuşacaktı.

Böyle olabileceğini düşünüyordu. Böyle olmayacağını bile bile böyle olabileceğini düşünüyordu. Bu çatışma zihnini ağırlaştırdıkça ağırlaştırıyor, parçalanmış zihnine yaralanmış kalbini yoldaş edince elinde hiçbir şey kalmadığını fark ediyordu.

Böyle durumlarda tek çaresinin kendini yormak olduğunu düşünürdü. Şehrin tam ortasında, çirkin bir binanın duldasında, ancak hapishane görmüş adamların ustalığıyla karşılaştırılabilecek nizami voltalar atıyordu o yüzden.

Aslında kaçmayı düşünmeye başlamadan önce uzun süre “nasılsa düzelir” isimli o saçma sapan yerde yaşamıştı. Henüz insanın değişebileceğine dair umudunu öldürmemiş iyi niyetli biri olduğundan mı böyleydi bu yoksa çaresizlikten mi? Bunu, bu hikâyeyi anlatan da bilmiyor.

Bu hikâyeyi anlatanın bildiği şeyler şunlar. İnsan değişmez. İnsanın değişebileceğine dair beslenen bütün umutlarda katıksız bir aşk vardır ve katıksız aşk insanın uçurumudur. O uçurumun kenarında yaşamak, kendine her an düşebileceğin ihtimalini katık etmek zannedersin ki seni hayatta tutan şeydir. Ve zannedersin ki bugünü atlatırsan, o ilk kurşunu atlatırsan, o denizi ortadan ikiye ayırabilirsen, o tahsilatçıları bir kez atlatabilirsen her şey yoluna girecek. Oysa hiçbir şey yoluna girmez. Çünkü katıksız aşk, bütün yolların aynılaşarak kaybolduğu bir sahraya benzer. Vaha bulmak umuduyla yürür, çöl engereklerinden yahut sıcaktan kurtulmayı başarsan bile uzun vadede susuzluktan ölürsün.

“Bunun ilk istisnası ben olacağım, bu sahradan kurtulacağım” diye düşünmeye başlamak aynı zamanda mutlak sonun seni bulabileceğine dair bir kesinlik oluşturman manasına da gelir. Yürümeye devam edersen ölürsün. Yürümekten vazgeçsen ölürsün. Her durumda ölürsün.

O voltayı, o şehrin meydanındaki çirkin binanın duldasında atarken “kaçmayayım, bu sefer de dönmesine müsaade edeyim” diye düşünmek aslında “beni öldürmeye çalışmasına bu seferlik de izin vereyim” demekten başka anlam ifade etmez.

Bir üçüncü sayfa haberi, bir akşam haberi, bir “cinayetleri durdurun” kampanyası haberi olarak dolaştığının farkında olmak ve yürüyüp uzaklaşamamak.

Bu hikâyeyi anlatanın bildiği şey şudur. İnsan değişmez. İnsanın değişebileceğine dair beslenen her umut bir cinayetin habercisidir.

İnsanın, o kara gözlü zalimin kıyıcılığına izin vermenin adıdır umut. Fazlası değil.

Birazdan tıpış tıpış evine dönecek. “Nasılsa değişir” diyecek. Ölümünü bekleyecek. Bu hikâyeyi anlatanın bildiği şey budur.

#Firavun
#Borç
#Haber
il y a 4 ans
Kaçış
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi