|
Diriliş Ertuğrul, Külliye'nin hangi odasında yazılıyor?
İngiliz tiyatro ve sinema oyuncusu Vanessa Redgrave birkaç gün önce bir şey yaptı. “Mülteciler için attığı adımlardan ve gösterdiği yürekli çabadan dolayı” Angela Merkel'i kahraman ilan etti. AFP'nin geçtiği haberi özellikle The Guardian hayli geniş gördü ve Alman gazeteleri. Türkiye'de ise, Merkel'in kahraman ilan edildiği haberi her nedense sadece Taraf gazetesinde yer buldu. Çok kısa bir süre önce Filistin'li bir mülteci kızı, mülteciler hakkında yaptığı konuşmasıyla ağlatan Merkel'in kahraman ilan edildiği haberini okuduğumda düşündüğüm ilk şey şu oldu. Ülkemizin, Vanessa Redgrave gibi, dünya sinema çevrelerinde tanınan bir oyuncusunun “mülteciler için attığı adımlardan ve gösterdiği yürekli çabadan dolayı” Recep Tayyip Erdoğan'ı kahraman ilan ettiğini düşünsenize. Mesela Haluk Bilginer, Yılmaz Erdoğan, Serra Yılmaz gibi farklı ülkelerin sinema filmlerinde yer alan oyunculardan biri, hasbelkader böyle bir cümle kursa, düşünsenize, gerçekten neler gelir başlarına? Sezen Aksu, 2012 referandumunda, yetmez ama evet dediği için, İzmir'deki Sezen Aksu sokağından Sezen Aksu'nun ismini silmişler, Sezen de sonrasında bir daha böylesi yollara hiç girmemişti zaten.. Ki, mülteci bir kızı ağlatan değil, yüz binlercesine, milyonlarcasına ev sahipliği yapan, en son Ravzanur isimli mülteci bir genç kızı Külliye'de bir BABA gibi ağırlayan gerçek bir kahramandan söz ediyoruz.

Aslında mesele bu değil. Mesele, “Aziz Sancar el öptü, ABD'ye döndü” başlığıyla yapılan haberi hazırlayan zihnin arketipi. Bu zihin, marjinal bir zihin değil. İzmir'de Sezen Aksu'ya, Cumhuriyet gazetesinde Aziz Sancar'a, Agos'ta Markar Esayan'a. Adresleri değişse de kafaları, tasları, kalpleri, karaları hep aynı. “Recep Tayyip Erdoğan'dan Allah razı olsun” dediği için Aziz Sancar'a yapılanlar elbette şaşırtmıyor artık. Haberin metnini okuduğumuzda anlıyoruz ki, Aziz Sancar, İstanbul'da yaşayan Emekli Tuğgeneral ağabeyinin elini öpmüş ve Türkiye'den ayrılmışken, haberin başlığı bize bambaşka ve tahmin ettiğimiz bir göndermede bulunuyor. Aziz Sancar Amerika'ya döner dönmez hiç boşluk bırakılmamış ve yeni hedef seçilmiştir. Ara Güler. Buna benzer bir çok vaka saymak mümkün. Lakin mesele bu değil. Mesele, “Bu Ülke”. Tam olarak “Bu Ülke” evet. Bu ülkenin yeri ile, yerliliği ile, sokağı toprağı hamuru çamuru yağmuru duası öfkesi umudu ile selamlaşan halleşen helalleşen kucaklaşan konuşan herkese ivedilikle, mutlaka ve olanca pervasızlıkla “bunun hesabı soruluyor”. Ne şekilde olursa olsun, bir şekilde, Recep Tayyip Erdoğan'la aynı fotoğraf karesine giren herkesten, her şeyden bunun hesabı soruluyor, sorulmak isteniyor. İsteniyor çünkü, Erdoğan “başka bir şey” yapıyor. Yıllardan bu yana çaba gösterdiği, mücadele ettiği, kavgasını verdiği, inşa ettiği, büyük emekle ördüğü, uğrunda “bin demir kapıyla hesaplaştığı” BU ÜLKE için, özenle, heyecanla, ısrarla, BİR ŞEY yapıyor. Yerlilik ve Millilik Külliyesi inşa ediyor . Bu Külliye, bir parti ile, seçimle, süreçle, rüzgarla ikame edilecek, değişecek, dönüşecek bir ŞEY değil. 1 Kasım seçimleri öncesinde de, geçtiğimiz hafta yaptığı Kültür ve Sanat Ödülleri konuşmasında da, özenle, heyecanla, ısrarla bir şeye işaret ediyor. Yerlilik ve Milliliğe.

Peki, tam olarak nedir, Yerlilik ve Millilik?

Bir çok teolojik, akademik ve tarihsel referans üzerinden tanımlama getirmek gerekir burada ama, tek cümle ile ifade etmek gerekirse, yerli ve milli olmak en azından benim için tam olarak Mehmed Zahid Kotku Hazretleri'nin yürüdüğü yollara talip olan, bu yollarda yolcu olan, olmak isteyen her kişidir, er kişidir. Bu tek cümleyi bir çok cümle ile tamamlamam gerekiyor. Türkiye'miz, Kemal Tahir'in tanımlaması ile, bir Yol Ayrımı ülkesidir. Zira üzerinde bulunduğumuz topraklar, 200 yıldan bu tarafa daima bir Yol Ayrımı ile karşıya karşıya kalmış, bırakılmış ve hatta Yol Ayrımı dayatılmıştır. Bu ayrımların yine kritik bir eşiğinde, bir ocak, bir halka kuran Kotku hazretlerinin ektiği, diktiği, yeşerttiği bahçe o kadar bereketli, o kadar münbit, o kadar mübarektir ki, bugün “yerli ve milli” olmak nedir sorusunun sorulmasına dahî kaynaklık teşkil ettiğini düşünüyorum. Kotku hazretlerinin çevresinde halkalanan insanlar, 60'lı, 70'li yıllarda, toplumun, ekonominin, devletin, hayatın, neredeyse her alanına, her katmanına yönelmişler ve bu yönelişleriyle, bugünün Türkiye'sinin maddi ve manevi tüm varlıklarının temeline, harcına büyük katkılarda bulunmuşlardır. Yani o ocaktan Turgut Özal da çıkmış, Necmettin Erbakan da çıkmıştır. Dönemin en “dişe dokunur” devlet kurumu olan Devlet Planlama Teşkilatı'nın yüzlerce bürokratından, bir nesil ve hatta nesiller çıkarmış, 80'li yıllarla “çorak ülke” haline getirilen Türkiye'nin, bir umut ülkesi olması için çalışmayı bir yaşam biçimi, yaşam tarzı haline getiren yüzlerce öncü insan hediye etmiştir bu topraklara. Yani, biz yerli ve milli olmayı, yukarıda söz ettiğim o ocaktaki halkalarda yer alan bir isim olan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın zaman önce yaptığı bir konuşma üzerinden tartışıyorsak, o konuşmada ödül takdim edilen Rasim Özdenören'in yaşam serüvenine bakmamız yeterlidir. Biraz budaklandırdım farkındayım, dallandırmak da isterim. Zahid Kotku hazretlerinin güneşi – öncüsü – kutbu- hocası olan Gümüşhanevi hazretleri de Türkiye'nin sadece manevi önderlerinden değil, bir anlamda 'maddi' önderliğini de yapan, “kalkınma”, ama yerli ve milli bir kalkınma için model teşkil eden bir çok öncü ve kurucu hizmetlerde bulunmuştur. Nihai olarak, yerli olmak, bir şekilde bir ocağın yanıbaşında bulunmaktır, orada ısınmaktır, ocaksız kalmamaktır, zira bu ocaklar, sadece bulundukları zamanın değil, bugünlerin, yarınların ve hatta dünün imârını sağlayan, ören, inşa eden çatılardır, evlerdir. Evimizin, ocağımızın olduğu yer, yerliliğimiz ve milliliğimizin vatanıdır.

Peki ya, yerli ve milli olmak “öğrenilen ve öğretilebilen” bir şey midir?

Kesinlikle evet, öğretilebilen bir şeydir. Romantize etmeden, tanımlayan, kavramsallaştıran bilgiçliklere tevessül etmeden söyleyelim; yerlilik, evet kitaplarla, okulla da gayet olabilecek bir şeydir. Ha olabilmekte midir dersek, çok zor görünüyor. Bugün, gerçek anlamda bugün, okul kitaplarımızın, ne kadar yerli, ne kadar milli olduğu sorusu hiç de yersiz bir soru değildir. Yerliliği ve milliği inşa eden kimlikler, semboller, imajlar, isimler ve çağrışımların hepsi bir silsile, uzun bir silsile olması gerekirken, yerlilik ve millilik tanımlaması, özellikle okullarda daha yeni yeni altı ok kültünün çorak arazisinin dışına çıkmaya çabalamakta. Kısaca şu aslında. Diriliş Ertuğrul dizisindeki her bir karakter, her hikaye, her imaj, her sembol ve çağrışım, “yerli ve milli olmak” derdiyle dertleniyor. Bir Deli Demir, bir Hayme Ana, bir Bamsı Beyrek.. Ve elbette Ertuğrul.. Ve elbette İbn-i Arabi.. İşte bütün bunlar bir “ocak”.

Söz, ocağa gelmişken, final yapalım mı? “Bu Ülkenin” gerçek yerli ve millileri kimdir?

Bu ülkenin gerçek yerlileri, Medine Bircan ismini unutmayanlardır. Bu ülkenin gerçek yerlileri bu ülkeyi “tüten en son ocak” olarak görenlerdir. Bu ülkenin gerçek yerli ve millileri, kendini Altay tankı kadar sağlam bir özgüvende hissedenlerdir. Bu ülkenin gerçek yerli ve millileri, bu ülkenin bir ülkeden çok çok daha fazla bir yer olduğunu bilenler, hissedenlerdir.
#diriliş ertuğrul
#Medine Bircan
#Rasim Özdenören
#Beştepe
8 yıl önce
Diriliş Ertuğrul, Külliye'nin hangi odasında yazılıyor?
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi