Daralmış gündemimiz ve kısırlaşmış tartışmaların ötesine bakmalıyız. Atlantik'te bir deprem oldu. Tüm dünyayı değiştirecek, dönüştürecek derinlikte ve genişlikte bir deprem bu.
Okyanusun bir ucunda Amerika, diğer ucunda Avrupa, sarsıntının hasar tespitini yapmaya çalışıyor. Batı medeniyetinin ürettiği en önemli değerlere, araçlara dipten gelen ciddi bir tepki dalgasının boyutu kestirilemiyor henüz.
Şimdi dönüp kendi halkını fakirleştirince, isyan başladı.
Herkes
bu depremden en az zararla çıkacağını düşünüyor. Ne acıdır ki,
tıkanmış sistemlerini tekrar geri gidişte arıyor. AB dağılırken, tüm ülkelerde milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, ulusalcı siyasi akımlar yükselişte. Önlenemez bir yükseliş hem de.
Fiziki olarak örülecek duvarı Meksika düşünsün ama bizim için de yeni duvarlar örülecek Batı'da. Bugün 7 İslam ülkesiyle başladılar bu yasak duvarını örmeye. Her ne kadar mahkeme bunu durdursa da, Amerika İslam dünyasına sırtını döneceğini ilan etmiş oldu bir kere.
Müslümanlara karşı sanal duvarları Avrupa da örüyor aslında. AB sınırlarının kenarında, binlerce mülteci bu soğukta, utanç veren şartlarda bekletiliyor.
Bu yasaklar burada durmayacaktır. Ekonomi, eğitim, teknoloji, turizm, kültür alanlarında yaygınlaşacak bir izolasyon, bir içe kapanma olacaktır. Batı halkının isteği bu, siyasiler buna bigane kalamaz. Kalırlarsa seçimleri kaybedecekler.
O zaman 'biz ne yapmalıyız?' sorusunu sormamız gerek. Dünyadaki bu ürkütücü gidişata karşı ne yapacağız? Türkiye'yi bu depremden bu savrulmadan nasıl koruyacağız?
Sanırım buna kafa yormak gerek. Halk oylaması öncesinde bunları tartışmak ne kadar mümkün olur bilemiyorum. Lakin, tartışmazsak bir yol bulamayacağımız da kesin.
Üniversitelerimiz tüm mesailerini atılacak FETÖ avına verdiği için (onu da ne kadar başardıkları tartışılır, yüzlerce mağdur oluşturdular), akademiden bir fikir üretmesini beklemek saflık olur.
Aydınlarımız, 'Evet' diyenlerle, 'Hayır' diyenlerin hangi kategorik “hainlik” ile suçlayacaklarını tartışıyor.
Gazetecilerimiz politize olmamın verdiği felç durumuyla, hareket edemez halde.
İş adamlarımız, durumu anlamaya çalışıyor. Yatırım yapmak, bu sarsıntıdan yeni ufuklara açılmak yerine, 'bekle gör' politikasına geçti. Başlarına yıkılacak bir sisteme rağmen, neden bekliyorlar anlamıyorum.
Siyaset kurumu, halk oylamasına odaklandı. Yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Afrika ve Körfez gezileriyle yeni Pazar arayışlarına girmesini dikkatle izlemeliyiz.
Ortam negatif görünse de, birilerinin Türkiye'yi geleceğe hazırlaması gerek.
Nasıl olacak bu?
Yarın tartışmaya devam edelim.
Türk Dil Kurumu'nun da bağlı olduğu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Derya Örs bir ricada bulundu. Latince kökenli olan '
yerine, Türkçe karşılığı olan '
kullanmamızı istedi.
Ekmeğimizi Türkçe'den kazandığımız için derhal kabul ettim. Buradan da herkese duyuruyorum, bundan sonra Halk Oylaması kavramını kullanıyoruz. 'Referandum' diyenleri uyarıyoruz, ısrar edenleri blokluyoruz!