|
‘Yerel’ sorunlar için ‘küresel’ fırsat
Bir akademisyen olarak, 1128 akademisyenin imzaladığı metnin içeriğine baktığımda, akademisyen tarafsızlığıyla imzalanamayacak kadar, taraflı, tehlikeli ve uluslararası bir network tarafından, son 3 yıldır, adım adım hazırlanan bir 'tuzağın', bir 'vahşi operasyonun' izlerine yansıdım.
Türkiye'nin uluslararası savaş suçları kapsamına alınmasına sebep olması arzulanan bir tuzaktan söz ediyorum
. Bunun anlamı, Türkiye'de uzun soluklu bir 'siyasi belirsizlik' ortamını kalıcı kılmayı denemek suretiyle,
2008 küresel finans krizine karşı 'dayanıklılık testi'nden geçmiş bir Türk ekonomisini, içeriden çökertme teşebbüsüdür
, gayretidir. İşin en acı olan tarafı ise,
bir çok aydın ve akademisyenin, entelektüel birikimleri doğrultusunda, bu vahim riski zihinlerinde hissetmelerine rağmen, siyasi duruşlarının 'pençesi' altında sessiz, tepkisiz kalmalarıdır.


Basit bir soru; böyle bir metin Türk üniversitelerindeki tüm akademisyenlerin imzasına açılmış ise, bugünün internet ve teknoloji imkanlarıyla, Türk üniversitelerinde görev yapan 150 binin üzerinde akademisyene ulaşmak zor değil. Metni okuyan ve kendine göre altına imza atmayı uygun görenler, kendilerine metni gönderen e-posta adresine 'onaylıyorum' diye geri e-posta cevabı gönderirler.

Ama, ne hikmetse, söz konusu metin, neredeyse 120 bini aşan akademisyene hiç ulaşmıyor bile

. Yani, 'demokrasi'den söz edenlerin seçtiği metot, hiç de akademisyenliğe, demokrasiye yakışmayacak, hayli iyi 'kurgulanmış' bir metot.

Daha vahim olanı ise, bu metinde, en ağır dille eleştirilmiş olan terörle mücadele operasyonlarının durdurulmasına yönelik talebin, bizzat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, devletin meşru mücadelesi boyutunda, reddedilmiş olması.

Bununla birlikte, Türkiye'ye ve siyasi istikrara yönelik, son derece iyi kurgulanmış bir operasyona karşı, titiz, detaylı ve 'algı yönetimi' açısından atılan her adımın iyi tartıldığı bir 'kriz yönetimi' ortaya koymamız gerekir. Çünkü, 3 yıldır, 'polis devleti' görüntüsü yakalayabilmek adına yürütülen bu 'vahşi operasyon', ancak

sofistike adımlarla bertaraf edilebilir.


'Küresel Sıkışma'dan

fırsat doğurmak


Küresel finans krizinin ilk fazı tamamlandığında,

2009 yılının sonbaharına geldiğimizde, dünyanın önde gelen iktisatçılarının büyük ölçüde mutabık kaldıkları toparlanma süreci, iktisat literatüründe 'W' olarak tanımlanan bir toparlanma süreci olarak

öngörülmekteydi. Nitekim, 2009 yılının son çeyreğinden itibaren, başta Türkiye, ülkeler küresel krizin ana etkisinden kurtulmaya ve toparlanmaya başladılar ve 2010 yılında 'W'nin ilk 'V'sinde tepe görülmüştü.

Sonra, 2011 yılı ortalarından itibaren, diğer 'V'nin aşağı doğru iniş kısmı başladı ve bunun da 2012 yılı sonunda tamamlanarak, 2013'de tekrar yukarı doğru çıkışın başlayacağı umut ediliyordu

. Ancak, o toparlanma bir türlü gelmedi ve hem küresel büyüme, hem de küresel ticaret ivme kaybetmeyi sürdürdü

. Küresel büyüme yüzde 4'lerin üzerinden, yüzde 3'lerin altına gelirken, küresel ticaretteki ortalama büyüme de yüzde 7'lerden, negatif büyümeye ulaştı.


Türkiye, tüm bu 'küresel sıkışma' tablosuna rağmen,

2014'de yüzde 2,9 büyüyerek, Çin ve Hindistan hariç, yüzde 1,7 düzeyindeki tüm gelişmekte olan ekonomiler ortalamasının 1.2 puan üzerinde kalarak, küresel ölçekte büyüme başlığında 'pozitif' ayrıştığını gösterdi.

2015 yılında dünya ekonomisi için büyüme beklentisi yüzde 2,5 ve Orta-Doğu Avrupa için yüzde 3, BDT ülkeleri için -2.7, Latin Amerika için -0.3 iken,

Türkiye'nin 2015 yılını yüzde 3 beklenirken, yüzde 4'lük bir büyüme ile bitirmiş olma ihtimali; Dünya Bankası'nın bu nedenle Türkiye büyüme tahminini yüzde 3.2'den yüzde 4.2'ye yükseltmiş olması anlamlı.

Ekonomi yönetimi 2016 yılı için yüzde 4.5 büyümeden söz ederken, Latin Amerika için sadece yüzde 0.6 ve Rusya'nın da dahil Doğu Avrupa için yüzde 1.2 büyüme tahmini,

Türkiye'nin büyüme hikayesi ile, 'küresel sıkışma'dan kendini sıyırabildiğini gösteriyor.

IMF'in 2016 yılı küresel büyüme ortalamasını yüzde 3.4'e çektiği bir ortamda, Türkiye uluslararası yatırımcılara, hala bir 'büyüme' hikayesi olduğunu göstermeli. Çünkü, tırmandırılmaya çalışılan terör ve 'algı

operasyonları'na rağmen, Türkiye'nin hala 'satın alınabilecek' bir 'büyüme hikayesi var.


Çözüm para politikasında değil


Dünkü TCMB Para Politikası Kurulu toplantısından, faiz koridoru üst bandını yukarı yükselten, alt bandı aşağı çeken bir adım bekliyordum.

Bunun anlamı, Merkez Bankası'nın 'para talep etmek için bana gelmeyin, paranızı da bana depolamayın' olacaktı.

Fonksiyonel olarak etkinliğini kaybetmiş olan, 1 haftalık repo faiz oranı tanımlı, para politikası temel faiz oranı ise, TCMB'nin kararlığını göstermek adına, 0.5 puan yükseltilebilirdi. Neticede, TL'nin değer kazanmasına da gerek yok. Ayrıca,

bu adımlar TL likiditesinin maliyeti üzerinde gözle görülür bir etkiye sebep olmayacaktı. Çünkü, gözler artık TCMB'nin ne yapacağından çok, reel sektörün finansman maliyetlerinin yumuşatılmasına dönmüş durumda. Bu da, hafta sonundaki yazımda da belirttiğim üzere, esas bir TCMB-BDDK çalışmasına, zorunlu karşılıklar ve kamu kesintilerine yönelik bir çalışmaya dayanıyor. Yoksa,

ABD Merkez Bankası'nın (FED) bu yıl ikiden fazla faiz arttırmasının hayli zora girdiği ve FED yetkililerinin, vadesi gelen tahvilleri çevirerek, FED bilanço büyüklüğünü aynı düzeyde tutmaktan söz ettikleri bir ortamda

, TCMB üst yönetimi 'bekle-gör'ü tercih ediyor, gözüküyor.




#network
#para politikası
#Merkez Bankası
#fed
#faiz koridoru
8 yıl önce
‘Yerel’ sorunlar için ‘küresel’ fırsat
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak