|
20 Suriyelinin kaldığı bodrum katında insanlığımdan utandım
Şam-ı Şerifi özledim. Sebepsiz gönlüme takılıyor diyeceğim ama İbrahim'in bakışları yeterli bir sebep.

Mahalledeki marketten birşeyler alacaktım. Kaldırım kenarında 7-8 yaşlarında kara gözlerinde bıkkın ve derin bakışlarıyla bir çocuk oturuyordu. Önce yanından geçip gittim. Markete girecekken ayaklarım geri döndü. Çocuğun yanına gittim. Adını sordum. Şansımı Türkçe denedim. ''Arabi'' dedi. Arapça konuşmak için ne zaman fırsat bulsam içimde gizlenen Arapça konuşmaya meftun o kadın birden bire ortaya çıkar. Bunu said bir vesile bilerek Arapça konuşmaya başladık. İsmi İbrahimmiş. Kardeşlerini, anne-babasını sordum. İlerideki sokağı göstererek ''oradalar''dedi. Bakındım kimseler yoktu.

Dokuz kardeşi varmış. Nerede oturduğunu tarif edemedi. ''Ne yapıyorsun'' dedim. Omuzlarını çekti. Dilenmiyordu. Hiçbir şey istemedi. Yanından ayrıldığımda içime derin bir hüzün çökmüştü. Savaşın başından beri Suriyeli mülteci ve göçmenlerle ilgileniyorum. Hem çalıştığım kurum bünyesinde hem de gönüllü olarak gelenlere yardımcı olmaya çalışıyorum. Çok görünce kanıksamak hadisesi var ya, o bende hiç olmuyor. Her çocuk, her kadın hele İbrahim gibi bıkkın, yalnız, çaresiz bir çocuk yüreğimde bana da çaresizliğin en derinini yaşatıyor... Markete girmedim. Biraz ilerdeki pastaneye gittim. İbrahim'e vermek için poğaça aldım. Çocuklara direkt para vermem. Yardım olsun diye bir çocuğa para vermek onu sokağa biraz daha mahkum etmek demektir. İbrahim'in yanına geri döndüm. Yine kenarına çöktüm. Gözlerinde aynı bakışlar. ''Poğaça sever misin'' dedim. Başını salladı. Uzattığım poşeti nazlanmadan aldı. O paketini açarken başını okşayarak yanından ayrıldım.

Onu bir daha görmedim. İbrahim'in okşadığım başının yüreğimde bıraktığı tarifsiz sızıyı unutamıyorum. Ama hergün yolumun üzerinde onlarca Suriyeli ellerinde “Suriyeliyim, Allah rızası için yardım edin” yazılı kâğıtlarla trafik ışıklarında, kırmızıya denk gelirsem arabımım camına yaklaşarak ellerini açımaya devam ediyorlar.

İstanbul sokaklarındaki Suriyelilerle ilgili kafamız ve duygularımız karışık. Bazılarımız varlıklarından rahatsız. Bazılarımız merhamet hisleriyle dolu. Ama genelde çözümsüz bir problemle karşı karşıyayız. Kayıtlı bir milyonu aşkın Suriyeli var memleketimizde. Kayıt dışı iki milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu insanlar için sınır kentlerinde yeni mülteci kampları açılsa da sokaktakilerin barınma ihtiyaçlarını giderecek kapasitede değiller. AFAD'ın ''emniyet ve zabıta nezaretinde toplanan Suriyeleri kamplara sevk edebiliriz'' söylemi iş ciddiye binince onlu rakamlarla sınırlı kalıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Suriyeli çocuk ve kimsesizler için mevcut yapısında bir çözüm üretemedi. Belediyeler, her biri diğerinden farklı geçici çözümler peşindeler. Ve sonuç ortada.

20 Suriyelinin kaldığı bir bodrum katını ziyaret ettim. İhtiyaçlarını tesbit edecektik. İnsanlığımdan utandım. Herşeye muhtaçlar. Sıcak savaş bölgelerindeki sivil halkın yaşadığı drama Türkiye'ye göçenlerin dramı karışmış vaziyette. Hangileri daha mağdur bilemiyorum.

Devlet Suriyeli misafirlerimiz için tedbirler almakta. Ama savaş başlayalı yıllar geçmesine rağmen standardını oluşturamadığımız bir yardım tarzıyla karşı karşıyayız. Sınıra yığılan insanlara kapıları kapatamıyoruz. Biz Avrupalı vicdanına sahip değiliz. Akdeniz2i mülteci mezarlığına çeviren Avrupa devletleri çaresiz insanlar için bir çözüm üretmek şöyle dursun, ölümlerini soğukkanlılıkla seyredebiliyorlar. Duygularını, insanlıklarını kaybetmişler. Biz yapamayız. Vicdanımızı susturamayız.

Savaşın başlarında tampon bölgede çadırlarda ya da açık alanda kalan Suriyeliler Türkiye sınırından geçemediler. Hastalık ve açlıktan zor duruma düşünce mecburen kapıları açtık. Başka türlü davranamazdık. Sadece din kardeşi olduğumuz için değil, ihtiyaç sahibi insanlar kapımızın önünde beklediği için kapımızı açtık. İstanbul ve daha pek çok ilimizin sokaklarını dolduran Suriyeliler için “ülkelerine geri göndereceğiz” diyen ecnebi zihniyetli muhalefetin vicdanı da ecnebileşmiş. Biz öyle bir şey söyleyemeyiz. Ama bu haliyle de bırakamayız. Aramızda doğup büyüyen, eğitim çağına gelen Suriyeli çocuklar, bakıma muhtaç yaşlılar, çaresiz kadınlar var. Bunların arasında Suriye Muhaberat'ından ajanlar, kötü niyetli insanlar da mutlaka mevcuttur. Türkiyemin insanından Suriyeli kisvesinde dilenen Urfalı, Antepli yerliler de mevcut. Devletin yukarıdan yapılanma ile bu işi çözemediği aşikar. Devlet en alt birimlerinde yapılanarak yukarıya doğru giden bir çözümü acil üretmek zorunda.

Şam-ı Şerif'te savaştan önce bulunmuştum. O vakitler hepimiz Esed hayranıydık. Aramızda kopmaz zannedilen kardeşlik bağları kurulmuştu. Sıcak Şam günlerinin akşamlarını Emevi Cami'nin avlusunda geçirirdik. Hamidiye Çarşısında gezinir, Arap evlerinin iç avlularında oluşturulan kafe ve restoranlarda dostlarla sohbet ederdik.. Güzel bir yazdı. Viyana'da geçirdiğim yaza hiç benzemiyordu. Tarih ve estetikle bezeli Viyana kahveleri benim içime yabancı olduğum hissi doldururken koşarak şehirden kaçma arzusu duyardım. Oysa Şam bir parça benimdi. O dekorda hiç yabancı hissetmedim kendimi. Sokaklardaki ufak ayrıntılar, Kadın Pazarı'nda yaptığım alışveriş, Roma heykelleriyle süslü Viyana mimarisinden ve mağazalarından daha güzeldi.

İbrahim o vakitler iki-üç yaşlarında olmalı. Belki de benim oturduğum sokaktaydı evleri. Şimdi benim sokağımın köşesinde elini açmadan, konuşmadan yardım bekliyor.
#suriyeli mülteciler
#İstanbul'daki suriyeli dilenciler
#Şam
#AFAD
9 yıl önce
20 Suriyelinin kaldığı bodrum katında insanlığımdan utandım
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi