|
Devletle barışık sivil toplumculuk

Mesut Yılmaz, Fethullah Gülen''i aklayabilmek adına, "Devletle barışık bir şahsiyettir" diyor. Ben Fethullah Hoca''nın yerinde olsam bu nitelendirmeye itiraz ederdim...

Ne demek ''devletle barışık'' olmak?

Bir bireyin, hele bir çeşit sivil hareket niteliğindeki bir topluluğun, cemaatin lideri olarak devletle tabii ki kavgalı olması gerekmiyor... Ama barışık olması, devlete biat etmesi de hiç gerekmiyor...

Hele böyle bir devlete... Dinleme rezaletini örtbas etmek için Fethullah Gülen raporunu gündeme getiren, Susurluk''u örtbas etmek için şeriat tehlikesini, türban sorununu ısıtıp ısıtıp gündeme getiren devlete hiç...

Demokratik, hukuka saygılı, birey haklarını ön planda tutan ve sadece vatandaşlarının mutluluğu için çalışan çağdaş bir devlet olsa neyse...

Sevgi, hoşgörü güzel şeyler... Barışçı, ılımlı davranmak, bunlar da...

Ama devletle iyi geçinmek, devlete boyun eğmek ve uyumlu davranmak adına devlet gibi düşünmeye gelince bu olmuyor... Bu, her şeyden önce sivil toplum, cemaat anlayışına ters düşüyor...

Çünkü sivilliğin yegane şartı, devlete karşı bağımsız olabilmek için devletten birşey istememek, almamak olduğu halde, bizde sivil toplum örgütleri de, cemaatler de tarikatler de kıblelerini devlete çevirmiş durumda, "devletten ne alabiliriz"in hesaplarını yapıyorlar...

Aynı şekilde, "ne verebiliriz"in de pazarlığını...

Bundan birkaç yıl önce, tarikatların eski kapalılıklarından vazgeçerek dışa açılmalarını izledik... Bu gerçekten de desteklenecek bir davranıştı... Tarikatlar, resmi dine karşılık bir çeşit sivil toplum örgütlenmesi, cemaat örgütlenmesiydi..

Devletin hiyerarşik, kalıpçı yapılanmasına karşılık, bireyi, çok renkliliği ve çeşitliliği temsil ediyorlardı...

Etmeleri gerekiyordu demek daha doğru...

Tarikatlerin dışa açılmasıyla, gerek devletin çeşitli kademelerindeki yöneticilerin, gerek siyasi partilerin ve gerekse büyük medyanın büyük ilgisine mazhar oldular...

Çünkü, aslında tarikatlerin ve dini cemaatlerin büyük bölümünün amacı, devlet gücünü kısmen de olsa ele geçirmek, daha çok imkana, daha çok erke ve daha çok olanağa sahip olmaktı...

Bazan bu devletin de işine gelebilir... Nitekim Fethullah Gülen örneğinde de böyle oldu...

Gülen, okullarına yapılan devlet yardımına karşılık olarak ve diğer ilişkileri nedeniyle önce Refah Partisi''nden desteğini çekti... Bu yaklaşımında belki haklı olduğu noktalar vardı. O ayrı bir konu...

Daha sonra cemaat olarak Refah''a tavır almaya, yayın organlarında bu tavrı beyan etmeye başladılar...

Yayın organları devleti, işbaşındaki hükümetleri ve hatta 28 Şubat''ı, en az büyük medya kadar destekler oldular...

Bu arada okul açılışları birbiri peşi sıra geliyor. Fethullah Gülen asker kesim hariç, bürokrasinin hemen her kademesiyle, politikacılarla ve medyayla çok iyi bir diyalog geliştiriyordu...

Bugün kendisini yerden yere vuran, linç çağrıları yapan ve ''düğmesine basıldığı anda'' karanlık yüzlü tetikçilerin elinde amansız bir silah olan medya aynı medyaydı...

Kendisini sürekli pohpohlayan, başköşeye koyan medya da buydu...

Sütunlarında, ''barış, hoşgörü, birarada yaşama kültürü'' falan gibi ulvi sözcükleri çiğneyerek övgüler düzenler şimdi onu, ''kutsal son Türk devletini'' ele geçirmeye çalışan bir hain olarak yargılıyorlardı...

Çok geriye gitmeye gerek yok... Birkaç yıllık gazete koleksiyonlarını karıştırmak yeter...

Görülecektir ki bu medya, birçok olayda olduğu gibi, ''düğmesine basıldığı'' anda giyotin gibi çalışmaya başlamıştı...

Daha doğrusu bu medya sadece ''düğmesine basıldığı'' anda çalışan garip, eşi benzeri olmayan bir aygıt haline dönüşmüştü...

Bu nedenle ben, bazı meslektaşlarımın, bu yapı içindeki bazı ''düğmeci''lerden hâlâ medet ummalarını anlıyor değilim...

Tıpkı, aslında sivil toplumu, sivil cemaatleri, devletle bir irtibatı olmayan, hatta bu irtibatı istemeyen bireyleri temsil ettikleri halde, gözleri devlete dönük cemaat ve tarikat liderlerini de anlayamadığım gibi...

Cemaatler ve tarikatlerin de siyasi partiler gibi iktidar oyununun içine girip bu oyunun bir parçası haline gelmesi ya da gelmek istemesi, iki ucu keskin bir kılıç gibidir... Bu oyunda daima daha güçlü olan ve ipleri elinde tutan sivil asker bürokrasidir... Bu güce karşı durmanın yolu ise iktidarı, gücü, devlet olanaklarını o odaklarla paylaşmak değildir...

Bunun yolu, o güç odaklarına karşı ve o odaklara biat etmeden direnebilecek, demokratik, çoğulcu, gerçek sivil toplum yapılarını, cemaat örgütlenmelerini kurmaktan geçer...

O gücün dengelenmesi için, ona bağlı olmayan, ona biat etmeyen, ondan korkmayan ve özgür bireylerden oluşan yapılanmalar gerekir...

Türkiye''nin demokratikleşmesi de, halkın gerçek iradesinin yönetime yansıması da ancak bu sayede olabilir...

İşin esası bireyin devletle değil, devletin vatandaşıyla barışık olmasıdır...


25 yıl önce
Devletle barışık sivil toplumculuk
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’