|
Ayrışma "politika"nın geleceği açısından hayırlıdır

Mehmet Altan"ın bazı Cemaat üyeleri ve gazetecilerle birlikte Pennsylvania"da Fethullah Gülen ile gerçekleştirdikleri görüşme son birkaç gündür hakkında epeyce mürekkep harcanan konulardan birisi oldu. Bir internet sitesinde misafirlerin ziyaret sırasında sergilediği tavırlara ilişkin ortaya atılan iddia, başta Altan olmak üzere ziyaretçiler tarafından gecikmeden yalanlandı. Altan"ın bir televizyon programında konuya ilişkin yaptığı açıklamalar ve ziyaretçiler arasında yer alan Amberin Zaman"ın Taraf gazetesinde yayımlanan yazısı ("Batsın böyle gazetecilik") izleyicilerin ve okurların söz konusu iddiaların masa başında imal edildiği kanaatini yeteri kadar pekiştirdi. Gülen"e yapılan ziyarete ilişkin bu fasıl böylece kapanmıştır diyebiliriz.

Ancak söz konusu ziyarete ilişkin şöyle farklı bir değerlendirme yapmak gerektiğini de düşünüyorum: Ziyaretçiler arasında yer alan gazeteciler Gülen ve aralarında geçen görüşmenin "off the record" olacağının kendilerine önceden bildirildiğini açıkladılar. Amberin Zaman, bu konuda "…gazetecilikte "off the record" görüşmeler olağan bir şey" diyor. Bu tespit tabii ki doğru; ancak anlaşıldığı kadarıyla söz konusu karşılaşmanın gerçekleşeceğine-gekçekleştiğine ilişkin haber de "off the record". Görüşmelerde muhatabınız sizden konuşulanların bir bölümünün "off the record" kalmasını tabii ki isteyebilir. Ama görüşmenin gerçekleşeceği-gerçekleştiği haberinin –"istihbarat servisleriyle" bir görüşme olmadığına göre!- bu koşula bağlanması epeyce problemli değil mi? Görüşme yapılan kişi sonuç olarak bir İslam Âlimi. Dolayısıyla –en azından- ziyaret haberinin "off the record" olması şaşırtıcı değil mi?

Gelelim Fethullan Gülen"in kendi sesinden dinlediğimiz ("off the record" değil bu sefer) son açıklamasına: Bu konuşmadan hemen herkes haberdar olduğuna göre içeriğini uzun uzadıya aktarmak gerekmiyor. Ancak kabul etmeliyiz ki konuşmada yer alan "Yani sıradan bir insan gelir, şöyle böyle konjonktürel olarak bir yerde bazı imkânları elde edebilir, dümene oturabilir. Dümene oturduktan sonra artık götürdüğü o vasıtanın içindeki o insanların hiçbirinin hukukuna riayet etmez. Hep tepeden bakar onlara. Hep itab eder, "Yerinizde oturun" der.(…) Hatta mümin bile olsa ahlaken firavun olur. Sıfatları itibarıyla firavun olur. Bazen nimetlerin sağanak sağanak baştan yağması o da insanı böyle nemrutlaştırır, firavunlaştırır" gibi sözler maksat böyle olmasa bile tabii olarak Başbakan"a işaret eden sözler olarak anlaşılacaktır. Ayrıca unutmayalım ki, Fethullah Gülen, bu sözleri ("bayram değil seyran değil") tam da şu sıralarda sarf etmesinin biraz önce söylediğim çağrışımı yapıp yapmayacağını tahmin edemeyecek bir kişi değildir. (Gülen"in konuşmasında yer alan, "küstahlaşma"nın "kafirler" söz konusu olduğunda tabii karşılanacağını ima eden sözleri ayrıca tartışmaya açıktır.)

Bir adım daha ilerleyelim: Ruşen Çakır ve Gülen-Hükümet ilişkisini özellikle gözleyen benzer köşe yazarlarına göre bu ilişki bugünlerde (de) epeyce "soğuk" niteliktedir. ("Gülen cemaatinin doğrudan desteğinin ne kadar değerli olduğunu 12 Eylül referandumu ve son genel seçimlerde net bir şekilde gözlemiş olan AKP"nin, bu destekten mahrum kalma riskini değerlendirdikten sonra nasıl bir tutum belirleyeceğini henüz bilmiyoruz.")

Zaman gazetesinin önemli kalemlerinin bir müddettir "barış süreci"ne ilişkin endişelerini dile getirdiğini biliyoruz. Kimi söylentiler bu "soğuk" ilişkinin (aslı var mı yok mu bilmediğimden böyle yazıyorum) son valiler ve hakim-savcılar tayinlerinde de gözlendiğine işaret ediyor. Bana sorarsanız bu "soğuk" ilişki ülkede "politika"nın gelişmesi/yetişkinleşmesi açısından hayırlı bir gelişmedir. Ak Parti hükümeti eğer gerçekten de Cemaat ile arasındaki mesafeyi giderek artırıyor ise, ülkede "politika"nın anlamının, değerinin ve öneminin nihayet anlaşılmaya başlanmakta olduğu bir evreye adım attığımızı söyleyebilir ve buna sevinebiliriz.

Neden mi?

Bildiğimiz gibi Cemaat kendisini "kardeşlik, hoşgörü" gibi ahlaki erdemlerin yerleşmesi için gayret sarf eden bir "sivil toplum kuruluşu" olarak takdim etmektedir. "Ahlak" alanına (özellikle İslam Ahlakı) ilişkin bu gayretinin bir "ahlakçılık"a dönüştüğünü de sıklıkla gözlüyoruz. Oysa biliyoruz ki "ahlak" (ve hele de "ahlakçılık") ile "politika" bambaşka şeylerdir. Şöyle söylersem derdimi belki daha iyi anlatabilirim: "Kardeşlik" gibi ahlaki erdemler kendi alanında tabii ki çok değerlidir; ancak "politika"nın tanımı-işlevi-amacı toplumdaki insanları birbiriyle "kardeş yapmak" değildir. Tam tersine "politika" kardeş olmayanları bir arada tutan bir bağdır. Çünkü kardeş olanlar"ın zaten "politika"ya ihtiyacı yoktur. Oysa politik birlik "kardeşliğin" olmadığı yerde insanları-grupları birbirine bağlayan bağdır. "Herkesin kardeş" (ya da herkes "dünür") olması pek çok başka açıdan önemli olabilir; ama bir toplumu "politik bir toplum" yapmaya yetmez. Demek ki "politika", "kardeş olmayan" insanları bir arada yaşatmak için aralarında kurulacak ilkeler, kurumlar, yöntemler, araçlar ve eylemler bütünüdür.

"Cemaat nasıl politik olmaz, yargıda ve güvenlikte çok güçlüler" demiyorsunuzdur umarım. Bu tespit doğru olabilir, ama Cemaat"ın bu ("sivil toplum kuruluşu" olmakla asla bağdaşmayan) niteliği, yani devlet aygıtlarına olan aşırı sempatisi onu "politik" kılmaz…

Demek istediğim toplumda yer sıkıntısı yok, herkese yer var… Ancak adlarını karıştırmamak, herkesi doğru adıyla çağırmak şartıyla… Bu ülkede de "politika"nın alan temizliği yapıp kendine özgü tanım ve işlevlere bir an önce kavuşması dileğiyle…

11 yıl önce
Ayrışma "politika"nın geleceği açısından hayırlıdır
Allah dilediğine mi hidayet verir? [1]
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir