|
Nükleer santral meselesi

Biliyorsunuz; Başbakan''ın geçen günlerdeki Moskova ziyaretinde Türkiye''nin ilk nükleer santraline kavuşması için de önemli bir adım atıldı.

Tarafların imzaladığı “Türkiye''de Nükleer Santral Konusunda İşbirliği Ortak Beyannamesi “ başlığı altındaki anlaşma “devletten devlete anlaşma” olarak yorumlanıyor.

Milliyet''ten Metin Münir, birkaç gün önceki yazısında anlaşmada sözü geçen yöntemi şöyle tarif ediyor:

“Yapılacak bir iş var. Yabancı bir devletin ihracat garanti kurumu gerekli finansmanın büyük bir bölümünü veya tamamını sağlar. Karşılığında Türkiye işi ihalesiz olarak o ülkeye verir.”

Böylece, diyor Minür, “İşi Ruslara vererek hükümet bir taşla birkaç kuş vuruyor.: Finansman bulma derdinden kurtuluyor. Enerji Bakanlığı''nın altından kalkamayacağı kadar karmaşık bir konu olan şartnamesi ise savuşturuluyor. Ruslar kullanılan yakıtı geri alacakları için, nükleer santrallarla ilgili en büyük sorun olan atık depolama belasından kurtuluyor. Rus nükleer teknolojisi Batınınkiler kadar iyidir.”

Ancak Metin Münir (de) santral işinin “ihalesiz” verilmesine taraftar değil. “Kamu yararı, işin tahsis yoluyla yaptırılmasında değil, ihalededir” diyor.

“İhalesiz santral” işini -gördüğüm kadarıyla- konu edinen ikinci köşe yazarı Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet) oldu. Yılmaz, Moskova''da imzalanan anlaşmayı “Böyle büyük bir yatırımı yargı denetiminden kaçırarak, ihalesiz gerçekleştirmek kolayca açıklanabilecek bir durum değil” diyordu. Hürriyet yazarı, Türkiye''nin santral yapımının Rusya''ya ihalesiz verilmesi karşılığında elde ettiği Seyhan-Ceyhan boru hattına Rusya petrolünün akıtılması avantajını ise, söz konusu boru hattının Türk ortağı olan Çalık Grubu''nun kayırılması olarak yorumluyordu.

Üçüncü olarak bir köşe yazısından daha söz edeceğim. Süleyman Yaşar (Taraf) “İhalesiz nükleeri kim önerdiyse, hain o” şeklinde -bayağı- ciddi bir başlık altında yayımladığı yazısı ile, konuyu en etraflıca gözden geçiren köşe yazarıydı.

Ancak isterseniz, Yaşar''ın görüşlerini aktarmaya geçmeden önce, yakın zamanda Enerji Bakanlığı Müsteşarı olan (eski Özelleştirme Dairesi Başkanı) Metin Kilci''nın hakkında konuştuğumuz sürece ilişkin değerlendirmesine değinmek istiyorum.

Tahmin ettiğiniz gibi Kilci''ye göre de klasik ihale yöntemi nükleer santral yatırımı için isabetli bir yöntem değildir. Kilci''nin bu çerçevede yaptığı şu benzetme de dikkat çekiciydi: “Nükleer belki bir yarışmadır ama bir güzellik yarışmasıdır, bir değer yarışmasıdır, sadece rakamlar bütünlüğü yarışması olamaz.” (Bu benzetmeden ben pek bir şey anlamadım ama öyle olsun!)

Hatırlatmaya gerek yok; “nükleer santral” meselesi ülkemizde, politik-sosyal-ekonomik yüzlerce dertle başı sıkışık olan kamuoyunun yakından ilgilendiği bir konu değil. Bazı gruplar ve bazı zamanlar bazı il ve ilçelerin halkı nükleer santral kurulmasına hayır diyorsa da, bu hareket güçlü ve sürekli bir yapı kazanmadı Türkiye''de. Siyasi partiler cenahından da bu yönde hemen hiç ses yok. Bu “sessizlik”ten olacak, Çevre Bakanı, geçenlerde ziyaret ettiği bir fuarda karşılaştığı çevreci bir grubu nükleer karşıtlığı konusunda “gaza gelmemeleri” için uyarabildi. Belli ki, söz konusu karşıtlık bakanın gözünde “bir çocukluk hastalığı”ydı. Yeri gelmişken hayal edin: Medeni bir ülkede bir çevre bakanı çevreci bir gruba bu muameleyi çekebilir mi?

Döndük (nihayet!) tekrar Süleyman Yaşar''ın yazısına.

Yaşar''ı tanıtmaya gerek yok ama ben geçmişi-müktesabatı hakkında şu bilgiyi yine de vereceğim. Bugün köşe yazarı ve öğretim üyesi sıfatlarını taşıyan Süleyman Yaşar, eskinin “Özelleştirme Dairesi Başkan Vekili”ydi. Bu bilgiyi hatırlatıyorum, çünkü yazarımız -peşinen- “piyasa ekonomisi ve özelleştirme düşmanı” olarak algılanıp yazısı bu tür bir önyargıdan hareketle okunmasın!

Yaşar (da) ihale yapılmadan Rus şirketine nükleer santral yaptırılmasının yerinde bir karar olmadığını söylüyor. Aktardığına göre, Moskova''da imzaların atılmasından itibaren ABD''li firmalar Türkiye''de yapılacak nükleer santral ihalesine katılmak için yaptıkları çalışmaları durdurmuş. Kararın “ekonomik değil politik” olduğu belirtilmiş.

Yaşar, anlaşmada adı geçen Rus şirketinin Danıştay tarafından iptal edilen ihalede teklif veren tek şirket olduğunu hatırlattıktan sonra şöyle devam ediyor: “Gelinen bu aşamada ''Rus firması, devletten devlete yapılan anlaşmada elektriği kaça üretecek?'' sorusu ortaya çıkıyor şimdi.”

Oysa öğreniyoruz ki, bu sorunun cevabı henüz verilmemiştir.

Taraf yazarına göre, kamu-özel ortaklığı metodu nükleer santralde iyi bir seçim değildir. Türkiye, nükleer santral seçiminde, en ucuz elektriği satacak firmayı bulmalıdır ve bunun da yolu ihale yöntemidir.

İşin “hukuki” boyutuna gelince: Yaşar, eğer bu yöntemin seçim nedeni Danıştay denetiminden kurtulmak düşüncesine dayanıyorsa bu da yanlış bir öngörüdür. Çünkü Danıştay bu durumda da devreye girecek ve nükleer santral yapımı dosyasına ilişkin muhalefet tarafından “başlangıçta ihale edilen bir santral kurma işi bu defa yargıdan kaçmak için TBMM kararıyla yapılıyor” iddiası ortaya atılacaktır. Yaşar, Moskova''da imzalanan anlaşmanın ileride “Hükümetin başına onu Yüce Divan''a kadar götürecek büyük sorunlar” açmasının kaçınılmaz olduğunu da hatırlatıyor.

Nükleer santral yapımına hepten karşı olduğum için, bu tartışmada beni özellikle ilgilendiren husus “açıklık” ilkesinin işleyip işlemediğidir. Hele de “nükleer santral” gibi kapalı bir dosya söz konusu ise. Dosyaya ilişkin her başlık tam bir saydamlık taşımalıdır. Ayrıca, yazılarından alıntılar yaptığım yazarlar gibi ben de işin “ihale” yöntemiyle gerçekleştirilmesinin doğru bir seçim olacağını, işin politik getirilerinin bu sürece dahil edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak da, dünya basınında yer alan şu bilginin –erken davranılırsa- bizim de işimize yarayacağını düşünüyorum: Gelecek 10 yıl içinde otomotiv ve elek-tronikten sonra üçüncü büyük imalat sektörü yenilenebilir enerjiye yönelen üretim olacakmış.

il y a 14 ans
Nükleer santral meselesi
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi