|
"Post-İslamcı Devrim"

Yirmi yıl öncesinden başlayarak “siyasal İslam” konusunda birçok kitap ve makale yayımlayan Olivier Roy, özellikle Mısır''daki gelişmeleri değerlendiren yazısını Le Monde''un dünkü sayısında yayımladı. Yazısının başlığını okumakta olduğunuz yazının başlığında görüyorsunuz: “Post-İslamcı Devrim”. Tunus neyse de özellikle Mısır''daki gelişmelere ilişkin pek çok çevre ve kişinin aklından çıkmayan bir soruyu en kestirmeden cevaplayan ufuk açıcı bir başlık doğrusu…

Önümüzdeki yazıda yer alan değerlendirmelerin ana fikrinin Kürşat Oğuz''un yakınlarda Olivier Roy ile yaptığı röportajda yer aldığını da hatırlatayım. Oğuz, iyi seçilmiş sorularıyla, Roy''nun şimdi bir yazı çerçevesinde ifade ettiği düşüncelerinin önemli bölümünden bizi haberdar etmişti.

Roy, yazısına, Avrupa kamuoyunun Kuzey Afrika ve Mısır''da halkın ayaklanmasını otuz yıldır terk etmediği “İran İslami devrimi” penceresinden yorumladığını hatırlayarak başlıyor. Dolayısıyla bu kamuoyu Müslüman Kardeşler ve benzeri İslami hareketleri başkaldırının başında ya da pusuya yakmış olarak iktidarı ele geçirmeye hazır hareketler olarak görüyor. Roy, bu bakış açısının Mısır''daki olaylarla Müslüman Kardeşler''in ortada pek görünmeleri karşısında ise “İslamcılar nereye gitti?” diyerek şaşırdığını ve kaygılandığını hatırlatıyor.

Bu eskimiş önyargılı yorumun görmediği-görmek istemediği olgu nedir? Yazar gecikmeden bu sorunun cevabını da veriyor: Mısır''da başkaldırı hareketini başlatanlara bakınca, karşımızda “post-İslamcı” bir kuşak görüyoruz.

1970 ve 1980''lerin büyük devrimci hareketleri bu “post-İslamcı” yeni kuşak açısından eski tarihin, anababalarının tarihinin bir parçasıdır. Bu yeni kuşak “ideoloji”yle ilgilenmiyor; onun için gösterilerde atılan bütün sloganlar -”Çek git!” gibi - “pragmatist” ve “somut”tur. 1980''li yılların sonunda Cezayir''de olduğu gibi İslam''a atıf yapmıyorlar. Onlar her şeyden önce diktatörün çekip gitmesini ve dolayısıyla demokrasi istiyorlar.

Roy''nın bizim de ekranlar vasıtasıyla aralarına karıştığımız Tahrir Meydanı''ndaki bu göstericileri “yanlış anlamamamız” için yaptığı uyarı da yerinde: Gösterilerin “laik” olduğu söylenemez, ancak bu yeni kuşak İslam''da daha iyi bir düzeni yaratacak güçte bir politik ideolojinin varlığını görmüyorlar. Demek ki göstericiler tam da “seküler politik alanda” yer almaktadırlar.

Yeni kuşak göstericiler ellerindeki Mısır bayrağına bakacak olursak, milliyetçiler. Ama “milliyetçiliği” de öne çıkarmıyorlar. Göstericilere ilişkin çok önemli bir gözlem de, “komplo teorileri”ne itibar etmemeleri. Gösterilerde ABD ve İsrail, Arap âleminin başına gelen felaketlerin baş müsebbipleri olarak anılmıyor. Roy, burada, Tunus''taki gösterilerde de, Ben Ali''yi sonuna kadar destekleyen Fransa''dan da bahis olmadığını hatırlatıyor. Dikkat çekici bir biçimde gösterilerde “pan-Arabizm”den de eser yok…

Yazının yeni kuşak göstericilere daha yakından baktığı bölümü de çok öğretici doğrusu. Bu kuşak “çoğulcudur”. Bu nedenle de “bireycidir”. Bu kuşak -sosyolojik çalışmaların gösterdiği gibi- çok daha eğitimlidir, “çekirdek aile”lerde yaşamaktadır. Aynı zamanda işsizdir ve sosyal sınıf olarak irtifa kaybetmektedir. Gençler, “İslamcı rejimler”in diktatörlükle sonuçlandığını bilmektedir. Dolayısıyla ne İran, ne Suudi Arabistan onların gözünde imrenilecek rejimler değildir. (Roy, bu çerçevede, Mısır''da gösteri yapanların İran''da Ahmedinejad''a karşı gösteri yapanlara benzetiyor.) Bu gençler inançlıdırlar, ama inançlı olmalarını politik isteklerinden ayırmaktadırlar. Demek ki Mısır''ı değiştiren gelişmeler din ve politikayı birbirinden ayırdığı için “seküler” karakterdedir. Dini pratik bireyselleşmiştir.

Yeni kuşak her şeyden önce “saygı” görmek ve sonuç olarak “demokrasi” için başkaldırmıştır. Ancak bugün Tahrir Meydanı''nda talep edilen demokrasi, 2003''de Bush''un bölge için dile getirdiği -askeri müdahaleyi de içeren- “demokrasi”den tamamen farklıdır; çünkü bugün talip edilen demokrasi artık “ithal bir ürün” değildir.

Roy''nın Mısır''da yaşananları bir “devrim” değil bir “başkaldırı” olarak değerlendirmesine gelince: Doğru. Hareket liderlerinden, siyasi partilerinden, esaslı biçimde tarif edilmiş bir “çerçeveden” yoksundur ve bu haliyle demokrasinin nasıl kurumsallaşacağına ilişkin ciddi problemler taşımaktadır. Bir diktatörlüğün silinmesinin beraberinde otomatik olarak “liberal demokrasi”yi getireceği de çok şüphelidir. Roy''nın sıraladığı bu zorluklara katılmamak imkansız olsa da, Tahrir Meydanı''nda (ekrandan) aralarına karıştığımız bu “seküler” nitelikteki başkaldırının bir “devrim” olarak nitelenmemesi gerektiği konusundaki tespit -bence de- tartışmaya açıktır. Burada sözü fazla uzatmadan, H. Arendt''in “kurumsallaşmamış” olsalar da (daha doğrusu özellikle kurumsallaşmadıkları için) 1917''nin “Sovyetler”i gibi 1956''nın Budapeştesi''ndeki “Konseyler”i de birer “Devrim” olarak nitelemesini hatırlayalım derim.

Olivier Roy''nın yazısına devam edebiliriz.

13 yıl önce
"Post-İslamcı Devrim"
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…