|
"Schindler"lerimizi hatırlamanın zamanı gelmedi mi?

Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı"ya -makul bulacağına inandığım- bir öneride bulunarak başlayayım: Ayşe Hür"ün her pazar Radikal İki"de yayımlanan "Tarih Defteri" o hafta lise tarih derslerinde okunsun ve tartışılsın…

Şaka değil ciddiyim basbayağı… Ayşe Hür"ün bir günlük gazetede haftada bir yayımladığı bu yazılar içinde orta öğretim öğrencileri de olmak üzere geniş okur/yazar kitle için derli toplu birer "ders" niteliğindedir. Her seferinde bir "Özet Kaynakça" eki ile verdiği bilgileri edinen bir genç kuşak için çok hayırlı olacaktır.

Hür"ün son yazısı "1915 Ermeni soykırımında kötüler ve iyiler" başlığını taşıyor. Yazı, yakın zamanların çok izleyici bulan filmlerinden birisi olan "Schindler"in Listesi"ni hatırlayarak söyleyecek olursak, toplum olarak bizim de benzer "listelerimiz" olduğunu hatırlatıyor okurlarına.

Ne güzel… Demek ki 1915 felaketinde "Müslüman-Türk" toplumunun hiç değilse bir bölümü "Tehcir" edilen Ermeni komşuları asker zoruyla çölün yolunu tutarken göz göze gelmemek için perdelerini sımsıkı kapayarak, geri dönmemek üzere gidenlerin sahipsiz kalacak evlerinin-bağlarının nasıl değerlendirilebileceğini düşünmeye koyulmamışlar…

Komşularına kayıtsız kalanlar bizi şaşırtmasın; sadece bu topraklarda değil dünyanın her yerinde başkalarının başına gelen felakete kayıtsız kalan, hatta bu felaketten istifade etmeye çalışan işbirlikçiler eksik değildir. Toplumun bu kesimi çoğu kez toplumun çoğunluğunu da oluşturur. Ama yine her toplumda öyleleri vardır ki, "sorumluluk"un hukuksal, moral ve politik biçimlerinden birisinden feyz alarak gözleri önünde yaşanan bir felakete hak ettiği ismi koyarlar.

Ayşe Hür son yazısında bu kahramanlardan bir bölümünü hatırlatıyor okurlarına. Bir bakıma Nazi Almanyası"nda eski dostu Heidegger gibi "rejimin filozofu" olmayı reddeden Karl Jaspers"in "Almanın Suçluluğu" başlıklı kitabında anlamaya ve açıklamaya çalıştığı "suçluluk" kavramını bize hatırlatır biçimde.

Ayşe Hür, bu ülkede Hrant"ın katledildiği günün yıldönümlerinde duygudaşlık bağlamında Ermenilerin başına gelmiş büyük felaketi hissettikleri için "Hepimiz Ermeniyiz" sloganı altında toplanan "duygudaş" insanların gönlüne su serpecek bu insanlardan şöyle söz ediyor: "Ermenilerin öldürülmesine karşı çıktığı için öldürülen, Ermenileri evlerinde saklayan, korumak için hayatını tehlikeye atanlar da vardı."

Vilayetinde Ermenilerin tehcirine izin vermeyen Halep ve Konya Valisi Celal Bey"in "kendisine bu kanlı yolculuğun "milli mefkûre" olduğunu söyleyen" İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkez Komitesi adamına verdiği şu cevabın bugün hepimizi heyecanlandırması gerekmez mi: "Böyle zulümlere milli mefkûre demek, millet için en büyük iftira ve hakarettir"

Celal Bey, Ankara Valisi Mazhar Bey, Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey, Kastamonu Valisi Reşat Bey, Yozgat Mutasarrıfı Cemal Bey, Erzurum Valisi Tahsin Bey, Malatya Belediye Başkanı Azizoğlu Mustafa Ağa, Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey, Basra Valisi Ferit Bey, Savur Kaymakamı Sıtkı Bey, Midyat Kaymakamı Nuri Bey, (…) ve kim bilir daha niceleri…

Dikkat ederseniz saydığımız isimlerin hepsi "devlet dairesi" içinde yer alıyor. Ya "siviller", onların içinden kim bilir kimler benzer bir "sorumluluk" içinde "Bu zulmün adı milli mefkûre olamaz!" diyerek ellerinden geleni yapmaya çalıştılar…

Biliyorsunuz, toplumun bu tür kitlesel cinayetlerin maktulu değil de "şahidi" olan kesimini anlayabilmek/değerlendirebilmek için çok çaba sarf edilmiştir. Konu gerçekten çetindir. Katliam-soykırım yüz yıl önce de, elli yıl önce de, on yıl önce de olsa, bu kanlı eylemden kim sorumludur? Sorumluluğu genellikle "sürekliliği" vurgulayan devletlere mi havale etmek gerekir, yoksa "kolektif sorumluluk" kavramını araya sokarak daireyi genişletmek mi gerekir? ("Devlette süreklilik" denilince akla ilk gelen Napoleon"un iktidara gelir gelmez "Şarlman"dan Devrim"in Terör"üne" kadar olup biten her şeyi sahiplenmesidir.) Mesele burada da son bulmamakta işin içine "hukuksal" ve "moral" sorumluluk kavramları da girmektedir. Bu arada "duygudaşlık" (yani başkasının acısını bizim de hissetmemiz) söz konusu olduğunda bunun"kolektif suçluluk"a dönüşmesi gibi olmaması gereken özel bir durum da vardır. Mesela, bir soykırıma ilişkin olarak bir grubun mağdurlardan "özür dilemesi" gibi. Bu olmaması gereken bir durumdur, çünkü bu çerçevede "asıl suçlular" unutulmakta ve ortaya doğru olmayan bir biçimde "kolektif suçluluk" duygusu-duyarlılığı çıkmaktadır. Yani "atalarımızın suçu" ancak metaforik olarak üstlenilmektedir.

Demek ki "suçluluk" ancak moral düzeyde ve haliyle tek tek insanlara ilişkin bir duygu/düşünceyken, "sorumluluk" ancak "kolektif" nitelikte, hem de katleden devletin vatandaşları olmak açısından bir "kolektiviteye" işaret eden bir sorumluluğu yüklenmek biçiminde anlaşılmalıdır.

Ayşe Hür"ün yazısına dönecek olursak: Bu yazının benzerlerinin sayısı niçin hâlâ çok az? Oysa toplum olarak en fazla ihtiyacımız olan, bize en fazla "iyi gelecek" olan bu tür yazılar değil mi? Bu yayınların çoğalması bizi devletin "Benim halkımın tarihinde asla soykırım mevcut değildir" diyerek kendisi ve toplum arasındaki "tözsel" farkı yok etmeye çalışan "kurnazlığı"ndan da kurtaracaktır. Bu yayınlar bizim devlete dönüp "Ortada bir soykırım var ve bunu sen ve senin bugün bile "suçluluk" gibi bir kavramı aklından geçirmeyen destekçilerin yaptı; ama bak ben toplum olarak hiç de bütününde işbirlikçi değilim, benim karnem temiz!" diyebilmemiz için elimizdeki malzemeyi zenginleştirecektir.

11 yıl önce
"Schindler"lerimizi hatırlamanın zamanı gelmedi mi?
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak