|
"Vicdani ret"e ilişkin son derece şaşırtıcı bir yorum (2)

Dünkü yazıda gözden geçirmeye başlamıştım.

İktidar partisinin iki üyesi “vicdani ret” konusunu birbirinden tamamen farklı anlıyorlardı. Nabi Avcı, konunun alâsından bir insan hakkı olduğunu söylerken, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, AİHM''nin konuya ilişkin Türkiye kararını - “kurnaz” bir yorumla- vicdani retçileri “bir kerelik” hapis cezasına çarptırarak aşabileceğini sanıyordu.

Milli Savunma Bakanı''nın konuya yaklaşımı, “hukukun araçsallaştırılması” kavramını hatırlatır biçimde “AİHM kararının araçsallaştırılması”, yani bu kararın lafzını merkeze alarak işin içinden çıkmak amacını taşıyordu. AİHM madem ki kararını “Bu işin sonu gelmez, bu gidişle vicdani retçi hapishaneden çıkamaz” gibi bir akıl yürütmeden hareketle en başta ülkenin mevzuatındaki eksiklik-tuhaflık üzerine inşa etmişti, o zaman Türkiye''ye düşen görev de “çok hapis cezası” yerine bu işi bir kerede bitirmekti! Derdiniz mevzuat ise al sana mevzuat!

AİHM''nin “vicdani ret”e ilişkin tutumunun-kararının bu temel insan hakkını açıkça savunur nitelikte olmadığını hatırlatmaya gerek yok herhalde. Ancak bu durumda Mahkeme''nin bu konuya ilişkin tutumunun gözden geçirilip, AİHM''nin de bugün-yarın Avrupa Konseyi''nin bütün organlarınca tanınmış bu hakkı tanıyacağının düşünülmesi gerekmez miydi? Hayır, “Onu zamanı gelince düşünürüz” mantığıyla -gerçekten “kurnazca”!- bir yol tercih edilmiştir.

Bu konuda isterseniz AİHM''nin “vicdani ret” dolayısıyla Türkiye''yi mahkûm ettiği dosyanın davacısı Osman Murat Ülke''nin açıklamalarına kısaca göz atalım. Ülke, 2006''da katıldığı bir basın açıklamasında hakkındaki karara ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyordu: “Ben kuşkusuz Mahkeme''nin vicdan ve din özgürlüğüne ilişkin 9. Madde''den bir hükme varmasını tercih ederdim ve avukatlarımla yapacağım değerlendirmeler sonucu itirazda da bulunabilirim.”

Ancak Mahkeme, bildiğiniz gibi, Türkiye''yi söz konusu maddeden değil, AİHS''nin 3. maddesini merkeze alarak kararını vermişti. Söz konusu madde suç ile cezanın orantılı ve bir fiilin ancak tek bir müeyyidesi olmak zorunda olduğuna işaret ediyor.

Osman Murat Ülke, sözlerini şöyle sürdürüyordu: “Bu noktaya özellikle dikkat çekmek istiyorum. Tartışma henüz vicdani redde gelmeden tosladığımız ilk nokta budur. Devlet, mevcut yasal çerçevesiyle zorunlu askerliğe vicdani temellerle karşı çıkan bireyleri yargılayacak araçlara sahip değil. (...) Herhalde yetkililer ve hukukçular, suç addettikleri bir fiil için insanları tekrar tekrar yargılamanın ve onları ömür boyu sürecek bir kısırdöngüye sokmanın evrensel kabul gören nosyonlara uygun düşmediğini kabul edeceklerdir. AİHM''nin dediği de budur. AİHM bu noktadan hareketle Türkiye''ye yön gösteriyor ve birincisi askeri mevzuat ile sorunun çözülemeyeceğini ve ikincisi, askerliği vicdani temelde reddedenlere yönelik özen düzenlemelerin getirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bundan ne fazlası, ne de azı. Vicdani reddin yasalarda ne biçimde karşılık bulacağına ilişkin bir yol haritası çizmemiş, ancak yol göstermiştir.”

Bu da çok yerinde bir değerlendirme. AİHM''nin kararında adil yargılanma hakkının bu en temel şartının merkeze alınmasından bizim çıkaracağımız sonuç Milli Savunma Bakanı''nın çıkardığı sonuç mu olmalıdır? Dikkat ederseniz mahkeme daha işin abc''sindedir. Tarif edilmemiş bir suçun tarif edilmemiş bir cezalandırmanın konusu olduğunu hatırlatmaktadır.

AİHM kararının bu derece yüzeysel biçimde yorumlanmasının bilgi eksikliğinden filan kaynaklandığı da ileri sürülemez. Çünkü biraz araştırılınca bu ülkede de “vicdani ret” meselesinin AİHM nezdinde ne ifade ettiğini ya da mahkemenin bu meseleye ilişkin bugüne kadar aldığı kararların nasıl okunması gerektiğini inceleyen çalışmalar eksik değil. Mesela Dr. Sabahattin Nal''ın “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türk Hukukunda Vicdani Ret” başlıklı çalışması. Bu çalışmadan uzunca bir alıntı yapayım:

“Sözleşme, vicdani ret konusunda nötr bir düzenlemeye sahiptir. Vicdani redde ilişkin olarak 1966 yılında önüne gelen ilk davada Komisyon''un tutumu, Sözleşme''nin vicdani reddi tanımadığı yönünde olmuştur. Komisyon, vicdani reddi inkâr eden yaklaşımını güçlendirerek devam ettirmiş ve A. v. Switzerland kararında, bu yaklaşımını doruk noktasına ulaştırmış ve Sözleşmenin vicdani reddi tanıdığını tümüyle reddetmiştir. Komisyon''un daha sonraki davalarda A. v. Switzerland kararından dönmüş olduğu, vicdani reddi tanımaya doğru yönelmiş olduğu söylenebilirse de, vicdan konularına değinmekten mümkün olduğunca kaçınmıştır.

Bugün gelinen noktada, AİHM kararlarına bakıldığında vicdani reddin doğurduğu sonuçların, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen Sözleşme''nin 9. maddesiyle olmasa bile, diğer maddeleriyle birlikte ele alınması durumunda, vicdani retçiler açısından hak doğurucu sonuçlar yarattığı görülmektedir. Bir başka anlatımla vicdani ret, dolaylı da olsa, AİHM''ce bir hak olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla vicdani ret eyleminin doğurduğu sonuçların Sözleşme''ye uygunluğunun denetimi bağlamında Mahkeme''nin verdiği kararlar, vicdani reddin bir hak olarak görülebileceği anlayışına yaklaşmaktadır. Nitekim Mahkeme''nin bugüne kadar vermiş olduğu kararlarda, Sözleşme''nin vicdani reddi doğrudan bir hak olarak tanımadığı yönünde bir ifade de bulunmamaktadır. (...) Dolayısıyla AİHS''in vicdani reddi doğrudan bir hak olarak tanınmamış olması, bunun ileride de tanınmayacağı, daima diğer haklarla ilişkilendirilerek korunacağı anlamına gelmemelidir. Vicdani ret konusunda uluslararası alanda yaşanan gelişmeler de vicdani reddin AİHS''de doğrudan bir hak olarak tanınmasını sağlayacak veya kolaylaştıracak niteliktedir. Yukarıda da yer verildiği gibi, Avrupa Konseyi''nin siyasi organları olan Parlamenterler Asamblesi ve Bakanlar Komitesi, yayımladıkları kararlarla, tavsiyelerle, raporlarla bu konuyu ele almışlar ve vicdani reddin tanınması yönünde olumlu tavır sergilemişlerdir. Ayrıca Sözleşme''nin hazırlanmasından bu yana Avrupa''nın hukuk manzarası da değişmiştir. Bütün bunlar dikkate alındığında, Mahkeme için vicdani reddi kabul etme, destekleme yönünde güçlü gerekçeler söz konusudur. Vicdani ret, tanınma aşamasındadır.”

Yazar çok güzel ve yerinde bir kavram kullanmış: “Değişen hukuk manzarası”.

Güzel ve yerinde bir kavram değil mi? “Küreselleşme” çağında her bir şeyin manzarası değişirken “hukuk manzarası”nın aynı kalması mümkün mü? Ama görünen o ki biz “Biz bu manzaramızdan memnunuz!” tezimizde şaşırtıcı ve hatta “gülünç” kaçsa da ısrarlıyız.

12 years ago
"Vicdani ret"e ilişkin son derece şaşırtıcı bir yorum (2)
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’