|
“Ceteris paribus” iktisatçıları ve başımıza gelenler

Bu anlaması zor kavramlar ile lafı dolaştıran bir yazı değil. Yazının başlığı sizi yanıltmasın. Bu modern literatürde sıkça eleştirilen ancak bizde hala makbulmüş gibi pazarlanan teknik kavramların arkasına saklanıp yorum yapanların rahatsız olacağı bir yazı. Ancak önce “ceteris paribus” derken ne demek istiyoruz oradan başlayalım.

DEĞİŞKENLERİ SABİTLEMEK MÜMKÜN MÜ?

“Ceteris paribus” yaygın olarak iktisat biliminde kullanılan ancak zaman zaman diğer bilimlerin de başvurduğu bir analiz yöntemidir. Bu yönteme göre bir değişkendeki değişimler incelenirken diğer tüm değişkenlerin sabit olduğu varsayılır. Mesela “bir malın fiyatı düştüğünde ona olan talep artar.” ifadesini ancak diğer tüm değişkenleri sabit varsaydığınızda söyleyebilirsiniz. Ancak gerçekte diğer değişkenleri hiçbirisi sabit değildir. Bu örnekte tüketicinin yani talep edenin geliri analize dahil edilmemiştir. Oysa gelir, tüketici davranışlarındaki en önemli değişkenlerden birisidir. Öte yandan tüketicinin söz konusu mala ilişkin zevk ve tercihlerinde de değişim olması muhtemeldir. Malın lüks mal mı yoksa zorunlu bir mal mı olduğu konusuna hiç girmiyorum bile. Ancak böyle bir analizde hepsi göz ardı edilmiştir. O halde “ceteris paribus” kuramsal bir durumdur. Asla gerçek hayatı izah edemez. Olaya etki eden birçok faktör gerçek hayatta değişmeden duramaz. Böylesi bir analiz asla pratik hayatla bağdaşmaz.

SADECE BİR VERİYİ ANALİZ ETMEK

Bir süreden bu yana bazı isimlerin ideolojilerini teknik bilgilerinin önüne geçirerek eleştirmiş olmak için eleştiri yaptığına şahit oluyoruz. Açıklanan her makro ekonomik verinin ardından yapılan değerlendirmelerde sıkça gördüğümüz bir durum var. Diğer verilerden ve gelişmelerden bağımsız olarak sadece açıklanan veriye ilişkin analizler(!) yapmak. Bunun kabaca yukarıda bahsettiğim “ceteris paribus” yanılgısından çok büyük bir farkı yok. Mesela işsizlik rakamı açıklandığında sadece işsizlik konuşuluyor. Oysa bu durum doğrudan ekonomik büyüme ile alakalıdır. Ekonomik büyüme için ise yatırımların artması gerekir ki bu da yatırımların finansman maliyetleri ile ilişkilidir. O halde politika faizi konusunu ele almadan analiz yapmak mümkün değildir. O zaman da risk primlerine (CDS) bakmak gerekir ki bu veri sadece ekonomik göstergelerin bir sonucu değildir. Ekonomiye etki edebilecek tüm gelişmeler risk primlerine etki eder. Mesela bölgesel gelişmeler, deprem gibi afetler, savaş riski, darbe girişimleri ve sokak hareketleri ilk akla gelenlerdir. Elbette çözülmesi gereken sorunlar örtbas edilsin diyemeyiz ancak herhangi bir veriyi yorumlarken diğer değişkenleri göz ardı etmenin bizi fena halde yanıltabileceğini unutmamak gerekiyor.

BAŞIMIZA GELENLERİ GÖRMEZDEN GELMEK

Daha önce birkaç kez yazdım ama şimdi bir kere daha kayıtlara geçirmekte fayda var. Türkiye’nin son 8 yılda başına gelenlerin bazılarını hatırlayalım. 7 Şubat MİT Krizi, Gezi Olayları, 17-25 Aralık darbe girişimi, 7 Haziran koalisyon dayatması, 6-7 Ekim hendek olayları, 15 Temmuz kanlı darbe girişimi, ABD yaptırımları, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve Suriye üzerinden AB ile yaşanan gerilim, sayısız spekülatif kur atağı ve Covid19 pandemisi. Aslına bakarsanız bunların hepsi tek tek bir stres testi niteliği taşıyor ve bir tanesini bile yönetemeyecek gelişmiş ülkeler var.

O zaman birkaç soru soralım. Tüm bunlar hiç yaşanmamış ve ekonomiye etkisi hiç olmamış gibi tek bir veri veya gösterge üzerinden yorum yapmak ne kadar doğru sonuç verir? Peki tüm bunlara direnilmese ne olurdu? Yani cari konular için stratejik meseleleri bir kenara bırakıp “Bize ne Doğu Akdeniz’den yeter ki kur yükselmesin” diyebilir miyiz?

#Pandemi
#Ekonomi
#Gösterge
4 yıl önce
“Ceteris paribus” iktisatçıları ve başımıza gelenler
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’