|
Faiz ve ekonomi güvenliği

Ekonomi güvenliği terimi hem akademik literatürde hem de popüler alanda oldukça yeni bir kavram. Bir ülke ekonomisinin hem iç hem de dış şoklara karşı dayanıklılığın yanı sıra, makro ekonomik değişkenler dışında ekonomiye olumsuz etki edebilecek diğer faktörlere karşı direncini de gözlemleme imkanı veren bu kavram; ekonominin sadece teknik değil algısal boyutunun da olduğunu anlatmaya yarıyor. Yani işin algısal boyutu, ekonominin kendi dinamikleri dışında yapılan açık-örtük müdahaleler ve bunların neden takip edilmesi gerektiği konusu tam da ekonomi güvenliğinin alanına giriyor. Açıkçası yerli literatürde yapılan çalışma sayısı oldukça az ve aslına bakarsanız dünyada da bu kavram kapalı kapılar ardında tartışılıyor.



Konu güvenlik olunca, güvenliği sağlamaya yönelik istihbarat da her zamanki gibi önemli hale geliyor. Bu açıdan ekonomi güvenliğini sağlamak için güvenlik sorunu oluşmadan önlem almak en az maliyetli yöntem olduğundan ekonomik istihbarat konusu ön plana çıkıyor. ABD kaynaklı veriler, CIA’nin dünyada topladığı istihbaratın önemli bir kısmının ekonomi veya ekonomi ile ilgili verilerden oluştuğunu ifade ediyor. Dahası CIA’nin ekonomik istihbarat departmanında çalışan profesör sayısının diğer tüm birimlerinde çalışan profesör sayısından fazla olduğuna yönelik bilgiler de açık kaynaklarda yapılacak kısa bir araştırma ile karşımıza çıkıyor. Sanırım bu örnekler konuya verilen önemi anlatmak için son derece önemli. Ancak bu konuya verilen esas önem, Aralık 2017’de yayınlanan Beyaz Saray’ın Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde görüldü. Belgede ABD Başkanı Trump aynen şu ifadeyi kullanıyor: “Ekonomi güvenliği, ulusal güvenliktir.”

Faiz-ekonomi güvenliği ilişkisi

Yüksek faizlerin bir ülke ekonomisine verebileceği zararları en başından beri köşe yazılarımda anlatmaya çalışıyorum. Başta yatırımların azalması olmak üzere, istihdamı ve ihracatı düşürecek şekilde ekonominin soğuması(küçülmesi), içeride oluşturulan katma değerin yurtdışına aktarılması gibi pek çok olumsuz etkiye neden olabiliyor. Dahası bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, enflasyon hedeflemesi dayatması ile faizler her zaman ekonominin üzerinde bir tehdit olarak duruyor. Örneğin kredi derecelendirme kuruluşları yükselen enflasyonu ön plana çıkarıp içine bir de cari açık sosu koyarak notunuzu düşürüyor ve kendilerinin beklediği 400-500 baz puanlık faiz artışı gerçekleşmediği için merkez bankanızı da işlevsiz ilan edecek raporlar yayınlayabiliyor. Bazen öyle raporlar ve yorumlar yapıyorlar ki; sözde ekonomiye yol gösterici ifadelerde bizzat ekonomi güvenliğini tehdit eden mekanizmalar olarak karşımıza çıkıyorlar. Özetle faiz, bir yandan ekonomiyi soğutma adı altında bir tehdit unsuru olurken diğer yandan da özellikle devlet tahvili alımlarında izlenen stratejiler ile yıkıcı mekanizmalara dönüşebiliyor.

Tahvil faizlerini kim artırıyor?

Piyasaların, merkez bankası politika faizi dışında yakından takip ettiği faizler; devlet tahvillerinin ihalelerindeki gerçekleşme faizleridir. Hafta içinde Türkiye Hazinesi yine bir borçlanmaya gitti ve 2 yıllık tahvil faizlerimiz yüzde 13,98 gibi rekor bir seviyede gerçekleşti. Geçtiğimiz hafta yapılan başka bir ihalede ise ilginç bir durum ortaya çıktı. İhale sonuçlarına göre, en büyük alıcının satıştaki payı yüzde 68 oldu. Sanırım bu “alıcının” bir “yabancı banka” olduğunu söylemeye gerek yok. Bu oran serbest piyasa ile açıklanamayacak bir büyüklük ve aslına bakarsanız biraz düzenleme ve denetleme mekanizması olan ülkelerde anında mercek altına alınırdı. Diğer taraftan özellikle 10 yıllık tahvillerdeki yabancı payı yüzde 35’lerde ancak işlem hacminde bu oran çok daha yüksek. Bir de Türkiye’deki bankalar da uzun vadeli tahvilleri faiz riskini azaltma amacıyla vade sonuna kadar tutma eğiliminde olunca, tahvil piyasası tamamen yabancıların vicdanına kalıyor. Bu durum Türkiye’yi bir carry-trade cennetine dönüştürüyor. Yani yabancılar hacim itibariyle kendilerinin belirledikleri oran ve miktar üzerinden ucuza alıp pahalıya satıyorlar. Ardından da istediği anda çıkışa yönelince kur birden artmaya başlıyor.

Türkiye’nin makro ekonomik değişkenlerinde ve jeo-politik risklerinde bir haftada ne değişti? Aslına bakarsanız hiçbir şey. Cari açıktaki yükseliş zaten en başından beri öngörülüyordu. Enflasyona ilişkin beklentileri her ay Merkez Bankası zaten hatırlatıyor. Hatta Afrin’de kontrolün sağlanması ile beraber ortaya çıkan atmosfer aslında daha olumlu bir havaya neden oldu. Ancak buna rağmen kurda ciddi bir artış yaşandı. Sebebi ise yabancıların Türk tahvillerinden hızlı çıkışı olarak gösteriliyordu ki Hazine’nin 20 Mart tarihli ihalesinde rekor faiz oranına yakın seviyeden oldukça yüksek bir talep geldi. Satış tutarının 5,3 katı gelen talep ise faizleri yeterince aşağı çekmedi.

Özeti şu; yabancılar önce Türk Lirası cinsinden tahvillerden çıktı, dövize dönerek yüksek talep yarattı, kuru fırlattı ve yine yüksek kur seviyesinden kara geçti. Bu arada tahvil faizlerini yükseltti ve yeniden tahvillere talep oluşturarak piyasanın kontrolünü bırakmadı. Ekonomi güvenliğini tehdit eden bu durum bu alanda ciddi bir düzenleme ve denetlemeye ihtiyaç olduğunun ispatıdır. Bu sistem acilen yurtiçi yerleşiklerin uzun vadeli tasarrufları ile uzun vadeli borçlanma arasında güçlü bir ilişki kuracak şekilde yeniden dizayn edilmelidir.

#Faiz
#Bankacılık
#Ekonomi
6 yıl önce
Faiz ve ekonomi güvenliği
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler