|
Avusturya Kültür Bakanı: “Neden şimdiye dek çevrilmedi ki Yunus?”

Viyana’da, Avusturya büyükelçimiz sayın Ümit Yardım ve eşinin yanında, iki yıl sonraki Türkiye Avusturya kültür yılı kapsamında yapılacak çalışmaların konuşulduğu yemekteydik. Avusturyalı heyette Kültür Bakanı Teresa Indjein’in yanı sıra dışişlerinden vs. pek çok yetkili vardı.


2021’in aynı zamanda Yunus Emre’nin 700’üncü vefat yıldönümü olarak UNESCO tarafından anılma ihtimalinden bahsetmekteydik. Nitekim kültürümüz adına çok önemli katkı sunacak bu tasarı daha yeni kabul edildi ve açıklandı!

Bu toplantıya katılmama vesile olan Mustafa Tatcı hocamla birlikte Yunus Emre Enstitüsü’nde bizzat Yunus Emre üzerine konuşmaya gelmiştik. Enstitü’den Halil İbrahim Doğan kardeşimizin gönülden gayreti ve katkılarıyla. Bir de Hakan Alvan hoca vardı. Ney üflüyor ve ney’in insan-ı kamil’in mecazı olarak hakikatini anlatıyordu. Nefsin yedi kademeli mertebelerinden alıntılarla. Nihayetinde Yunus’un dizelerinden hareketle kültürümüzün insana, varlığa bakışını anlatıyorduk her birimiz.

Tasavvuf edebiyatı alanında en yetkili isimlerden Tatcı hocam, eski yazmaları kılı kırk yararak okuyor ve pek çok araştırmacının sıkılıp ilgilenmediği kadar çok çeşitteki nüshaları dünyanın neresinde olursa olsun bulup getirtiyor. Divan-ı İlahiyat’ları kelime kelime irdeleyerek geniş manalar veriyor. Bütün bir insanlığa hitap eden tasavvuf geleneğimizin şiirlerini edisyon kritik yapıyor, alanında onun seviyesinde ikinci birisi yok. 200’den fazla klasik eserimizi dilimize kazandırdı.

Gelgelelim kişinin kendi emeğini başkalarına anlatmasının mahcubiyeti bir yana, yabancı dilde Yunus’un kıymetini anlatarak sözü hocamın eserlerine getirmeye çalışıyordum bir yandan. Demek istiyordum ki:

Yunus bu şiirlerini durduk yere söylememiş, kırk yıl kendini bilme eğitiminden yani nefs terbiyesinden bir mürşid / sevgili kontrolünde geçtikten sonra söylemiştir. İnsan aşkı kitaptan veya felsefi analizlerden değil, yine canlı canlı yaşantısından yani insandan öğrenir, bu aynı zamanda kendi gerçeğine kavuşmasıdır. Söz o zaman kanatlanmış olur.

Evet nefsinin mertebelerinde yükselerek velayet ehli olmuş erenlerden 13. yüzyıl dervişlerinden Yunus Emre de aşkı manevi rehberinden öğrenmiş ve sonrakilere şiir aracılığıyla emanetini bırakmıştır. Kendi yaşadığı dönemde, Anadolu coğrafyasında bağda bahçede sokakta evde konuşulan gündelik diliyle öyle vecd halinde dizeler söylemiştir ki, kullandığı kelimeleri kanatlandırmış, konuştuğu gündelik dilde miraç ettirmiştir, kelimelere yepyeni anlamlar kazandırarak dilin seviyesini yükseltmiştir.

Bunların bir kısmını benim bölük pörçük İngilizcemle dinleyen Avusturya Kültür Bakanı, hocamın emeğini de kast ederek şöyle soruverdi ansızın: “Peki madem bu Yunus bu kadar önemliydi, neden şimdiye kadar Almanca’ya çevrilmemiş ki?”

* * *

Diplomasi dilini bilmediğimden, büyükelçiden önce atıldım ve dilim döndüğünce konuyu teknik zorluklarla sınırlandırmaya çalıştım: “Değil Almanca’ya bazı seçkiler dışında, tamamı hiçbir dile çevrilmedi ki! Kaldı ki hocam gibi kırk yılını bu işe vererek yazmalardan çalışan Yunus ehli pek az!”

Zaten bütün bir kültür tarihimiz ve sanat geleneğimiz alfabe değişikliğinden sonra bizim için de okunamaz hale gelmişti. Sonra sayın Büyükelçi, usulüne uygun tatmin edici bir konuşma yaptı elbette. Ama: Gerisini içimizden konuştuk.

Nasıl bir yabancılaşmaysa, içinde nefes aldığın hazinenin üzerindeki örtüyü kaldıracak bir keşf ve merak duygusu olmadan, Yunusça dediğimiz ve benim de bu yaşımda ancak hecelemeye başladığım dili bugünün dizeleriyle canlandırma zevki duymadan, kültürel yetkisini bütçe ve salon doldurma kriteri ile sınırlayan ama durmadan medeniyet lafları eden bir yığın bürokrat içinden bir Yunus çevirisinin önemini dahi anlatmak için bin takla atmak zorunda kalıyoruz. Yıllardır.

Nerede kalmış kültürümüzdeki üç bine yakın Yunus’un bize bıraktığı emaneti dünyaya ve insanlığa maledecek hamlelerde bulunmak! Avusturya’lıların Mozart’ı bilmemesi gibi! Almanlar’ın “Goethe enstitüsünde bu elemanı anlatan bir kitap varsa çevirelim de soranlara verelim, elimizde anlatacak bir kaynak kitap yok” dediklerini düşünebiliyor musunuz mesela? İşte Yunus Emre ve eserleri hakkında yurtdışındaki Yunus Emre Enstitüleri’nde defalarca duyduğum tam da bu oysa!

* * *

Yunus’un kırk yıl mürşidine hizmet etmesi, dergâha odun taşıması son derece sembolik bir anlatımdır bu hizmete dair. Maksat, her baktığında dost yüzü görmek, nereye dönersen dön, celaline de cemaline de O’nun yüzü olarak bakmak upuzun bir insanlaşma serüveni.

Bir toplumun nefsi hangi seviyedeyse dili de o seviyeden konuşur diyorum hep Yunusça’ya dair yazılarımda. Yunus’un marifeti okulda çalışarak öğrenilen entelektüel bir dil, seçkin, akademik, terminolojik bir dil değil. Kalpten vecd halinde çıkan, anın sonsuzluğunda gerçeğin tamamını kuşatan bir dil. Ve her seviyedeki kişiye farklı anlamlarla hitap eden bu ümmi dile Türkçe’de kuşdili diyoruz. Tatcı hocamın tabiriyle Rabçe’de ledün dili.

Bu kez Viyana’daydık işte. Tarihe baktığımızda Osmanlı döneminde Viyana’ya atalarımız geldiğinden beri bizde bir deyiş vardır: Viyana kapılarına dayandık diye. Biz ise bugün gönül yolculuğu yapıyoruz. Buraya girmek için kapısı, gümrüğü vizesi epey zor koşullarda uğraşsak da, gönüle girmek için hiçbirine ihtiyaç yok. Çünkü sınırı yok kalbin.

Gönül bilgisi milletle ırkla coğrafyaya bağlı değil. Paylaştıkça güzelleşiyoruz, gönül genişliyor, sınırlar kalkıyor demeye çalışacaktım burada. Lakin Viyana’da sokağa çıkar çıkmaz fark ettim. Bu huzur dolu, estetik ve zevk eseri kültür şehri hafızasını Türklerin kuşatması üzerine kurmuştu! (İnşallah devam edeceğim.)

#Viyana
#Ümit Yardım
#Yunus Emre
5 yıl önce
Avusturya Kültür Bakanı: “Neden şimdiye dek çevrilmedi ki Yunus?”
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler