|
Binlerce mum yandığı halde yolu karanlık olan!

Yerli yerine koyamadığın şeylerin zalimisin ey nefsim. Bu sebeple olsa gerek bütün savaşlardan yenik çıkıyorsun, içte dışta. Gece gündüz biliyorum diyorsun, ben biliyorum şu şöyle, bu böyle.


Ne büyük azap. İçinden geçen düşünce fikir ve yorumlara mutlak muamelesi yaparak yaklaşıyorsun. Böyle olunca da şu alemde gördüğün şeyleri ancak kendi hükümlerine delil olacak şekilde algılıyor, yargılarını doğrulamayan hiçbir şeye itibar etmiyorsun. Bu benlik zaafını, bu seni durmadan perdeleyen huyunu meşrulaştırmak için de yine kör kütük gaflet içinde bir metod izliyorsun:

Ben her şeyi görüyorum derken bile sadece senin öyle sandığın gerçeğe -ki vehimdir adı- delil olacak olayları cımbızlıyorsun. Kulağına hoş gelmeyen, gözüne muteber görünmeyen sözleri seçip alıyor, kendi argümanlarının mutlak delili olarak kılıf geçiriyorsun. Gerisini örtüyorsun. İşine gelirse!

Acaba böyle de olabilir mi, ben bilmiyor ya da noksan görüyor olabilir miyim diye bir bakmamakta diretiyorsun şeylerin ardına. Kulağın can kulağı oldu mu ki? Gözün can gözü oldu mu ey nefsim? Ya dilin can dili?

“Bana eşyanın hakikatini göster” ne müthiş bir dua. Azalarının beşi bir yerde, melekelerine secde ettirememişsin, eşyanın hakikatine, kalbin sırrına vakıf olman mümkün mü? Peki bu iddia nedir o halde? Kibirden ötesi yine benlikse, gizli benlikse... Nasıl taşıyacaksın ey nefsim emanet sırrını gerçeğe perde olan bu benliğinle?

***

Başka günah ara dur sonra, kendi dışında kalan herkesi her şeyi suçla dur. Bir nefes dahi çekebilir misin, kursağından geçebilir mi böyle? Her şeyi olduğu gibi görmek oysa kemalini görmektir ki tastamam berrak bir bakış ancak nefsin kamile merhalesinde gerçekleşecek. Sen ise gördüğünü tabir etmediğin için diyorsun: Tastamam görüyorum! Ya seni can gözüyle gören birine, “görüyorum” zannıyla kör kalıyorsan?

Sorulduğunda en yetişkin edanla “elbette el vardır elden üstün” diyorsun ey nefsim. Ama o sıcak anda, içinde yaşarken, o en tatsız yanlış anlaşılmanın tam ortasında, en akla gelmeyecek fitne fesadın göbeğinde, “hayır” diyorsun her şeye itiraz eden baş muhalif olarak. “Hayır ben biliyorum!”

Hadi biraz daha yaklaşalım alemlerde yankısını bırakan bu mutlak nefsi emmare sesine: Ben bilirim! Bir adım daha yaklaşalım: Benim bildiğimi sen bilemezsin!

Nefsin mutmaine makamına gelmeden (Rabbinle rızalaşmadan) sen ben davasını hangimiz terk edebiliriz ki sen terk ettiğini vehmediyorsun ey nefsim? Ya benim her dediğime “asıl sen böylesin” demeden bir tek cümle kursan ya!

Bir durup işitsen ya ağzından çıkanı? Ağzımdan çıkanı? Sen ben demeden sesin içindeki hal ile hemhal olmayı arzulasan! Biraz olsun yaklaşsan ya o en zor, en can alıcı anında! Değse gönüller birbirine. Biraz olsun bitişse!

***

Ne kadar kusurlu olursam olayım ey nefsim, iddialarında hükümlerinde yargılarında boğulmayan bir gerçek var, kalpte sırlı zat. Sultan sırrını nefsimde açabilmem için biraz olsun terbiye edilmeyi talep etsen ya!

“Kimseyle düşmanlık etme nefsin sana düşman olarak yeter” der Niyazi Mısri. Hemen her arif söyler. Hadisten mülhem, büyük savaş. Dönüşüp değişmek için uğraşıyorsam, kötü huylarımı yutmaya çalışıyorsam, sen de kendine bir vesile yapsan ya benim bu niyetimden. Evet niyetimden vesile bulabilirdin oysa senin tek yaptığın niyet okumak. Gerçeği mevhumdan ibaret bırakan senin vehimlerin!

Oku emrinden anladığın en vasat, senin en sığ seviyendeki bir eylem sadece ey nefsim. Tabire muhtaç ama tabir edilmemiş. Kitabı satır satır okumaktan ibaret bir okuma sanıyorsun bu emri. Selefi bir kafa gibi şekle indirgenmiş bir bakışla gördüğünü iddia ediyorsun!

İnsanı okumak, taşı toprağı, yıldızı, kainatı okumak muhatabının niyetini okumakla (bak bu da ben bilirim demenin bir başka metodu) sınırlı olabilir mi? Biraz tabir etsen ya ey nefsim. Hadi tabir edemeyecek kadar talip değilsin diyelim. Zannın çoğundan kaçınmanın bir yolu da çeldirici olana itibar etmemektir bilmez misin?

(Ki bazen en yakınlarındır sana istemeden çeldirici olan) Kusur araştırmasan, dile dökmesen, arkasından çekiştirmesen, kelimeler nefes olup gırtlağından çıkmasa, alemlere yankısını bırakmasa, tesir etmese gerçeğin en saklı uçlarına...

Büyük söylemlerden kurtulup içine dalsan. Kendi içinde / enfüsündeki delilleri afaka bakarak okumaya çalışarak bari bir marifet sergilesen ey nefsim. Hem belki bir ip uzanırdı kuyuna, sıkı sıkı tutuverirdin Yusuf misali, gitmeden kervan dağ başından.

***

Ama bi dakka hemen itiraz etme ey nefsim. İnsan-ı hakiki’de kusur olarak gördüklerinin sana celal aynasından birer suret iken, gerçek ile göz göze gelebilmek, diz dize olabilmek kolay değil. Çok meşakkat istiyor. Halis niyet, salih amel istiyor. Yüz yüze gelmeden tastamam görebilmek mümkün mü?

Gerçeğin ispatı gerektiğinde kusuru (noksanlığı) gördüğün sürece kemaline ulaşamazsın ey nefsim. İbn Arabi der ki; “Senin durumun şaşılacak şey. Gözün gördüğü halde apaçık yoldan nasıl da sapıyorsun. Hüsrana uğramış biri olmaya nasıl razı geliyorsun.” ( Fütuhat-ı Medenniyye 01 yayınları / Abdulrahman Acer- İbrahim Ekici)

“Ve ey binlerce mum olduğu halde yolu karanlık olan! Ey bu mücadeleyi hatırlayarak maksadları uğrunda çabalayan! Ey lezzetlerin tadına varan. Bu yudumlama da nedir?”

Sen de sor kendine ey nefsim. Madem karından kocandan çocuğundan işitemiyorsun okuman gerekenleri, Niyazi Mısri’den işit sözü: “Ey Niyazi aşıkların gönlüne hikmet dolar!”

#Hayat
#Gerçek
#Hakikat
6 yıl önce
Binlerce mum yandığı halde yolu karanlık olan!
Tevradî bir mitin Kur’anî bir kıssa ile tashihi
i-Nesli anlaşılmadan siyaset de olmaz, eğitim de…
İç talebe ilişkin öncü göstergeler ilave parasal sıkılaştırmaya işaret ediyor!
Enerjide bağımsız olmak
Târihin doğru yerinde durmak