|
Kelimeler birbirine kavuştuğunda...

Bizim kültürümüzde okuyarak adam olmanın çeşitli alt başlıkları vardır. Okumanın gerisinde sözlerin kalpte/zihinde canlanması ve hayata tavırlara geçebilmesi için bize lazım olan sohbettir mesela. Talipler kulağından döllenir derler.

Çünkü bize okumak yetmez, olmakla yükümlüyüz. Alıntı kültüründen yaşantı kültürüne geçemediğimiz için medeniyetin yapıtaşı olan kültür sanat alanında bir türlü genişleyemiyoruz deyip duruyorum yazılarımda. Bir bakıma bize gereken bu sohbet kültürünü geliştirecek can kulağını eğitmek olmalı.


Bizim kültürümüzde her şey canlıdır. Her şey Onu hamd ile tesbih eder. Bu yüzden her şey konuşmaktadır kendi dilinde. İşitmeye başladıkça her şeyle sohbet etmeye başlıyoruz işte. Tabii şeyler de bizimle.

Seslerin kulağa gelirken büründüğü farklı anlamlar ve kastettiklerinden bize ulaşan ince bağlantılar her zaman can kulağımıza meleke kazandırmaya adaydır.

Bize yollanan mesajları gönlümüzde işitmeye başladıkça şeylerin zikrini de fark etmeye başladık demektir. Roman yazmak işte bu şeylerin konuşmasını işitmeye bir davettir benim için.

Çünkü ancak yazarak can kulağım açık hale geliyor ve her kelime aslıma beni yaklaştıracak bir sohbete başlıyor benimle. Diyebilirim ki en çok yazarak her şeyde mevcut olan özü, hû sesini işitmeye yaklaşıyorum âcizâne.

***

Hep söylerim, bugün büyük ölçüde edebiyatı romandan kopardık. Olayları hikâye etmekle ve aksiyonları kurgulayıp psikolojik karakter tahlilleri bezemekle pek çok heyecan dozu yüksek roman yazılıyor. Yazılsın tabii itirazım yok. Lakin benim gibi hallerin sesini duymak ve gönlün akışından bir dil konuşmak isteyen romancıları esinleyen daha ziyade dildir.

Çünkü edebiyat benim için en önce dil zevki, dil birikimi, dil tecrübesidir. Ve romanın da temel malzemesi dildir.

Oyalanmaya, eğlenceli keyifli gevşemelere filan değil, hop oturup hop kalkmaya ihtiyacımız var. Sanat bunun için var. Gönlün sanata/edebiyata meyleden sırlı alanı ‘yapısöküme’ hiç gelmez. Gelmemeli. O bizim sohbet eden sır sahibi her kalpte başka türlü duyuluyor çünkü.

Eğer hâlâ roman yazıyorsam canımda cânânı, içimdeki değişmeyen özü, kalbimdeki Zât sırrıyla buluşmayı özlediğim içindir.

Her şey ile her şey arasındaki o görünmez bağa ancak yazarken dokunabiliyorum ve bunu kayda geçirerek yani yazarak o bağı kendi kelimelerimle yeniden kurmak istiyorum. Yazarak yakınlaşıyorum, hatırlamaya başlıyorum, birlikte oluyorum, bir nebze özlem gideriyorum.

***

Geçenlerde Yazarlarla Yüz Yüze adlı bir proje için verdiğim mülakatta, “Hah bundan daha uzun bir yazı çıkar” dedim. Kim bilir kaç yazı da çıkar! Evet, özlem gidermek için yazıyorum ama okurun nezdinde bunun genel adı ‘arayış’ oluyor.

Halbuki arayış temasını açarak yani bu niyetle bir metin yazmadım hiç. Çünkü dedim, aradığımız kendimiziz. Ben de âcizâne başından beri gerçeği kendi gönlünde bulmaktır romandan muradım deyip dururum sorduklarında.

Gerçeğe yaklaşmaktır roman yazmaktan muradım. Çünkü yaklaştıkça hepimizde mevcut o sırrın nuruna kavuşacağımı biliyorum. Ben derken bir ben olduğunu benden içeri, en çok yazarken fark ediyorum.

Gerçeğe yaklaşmayı Hakk’ın Zâtını kalbinde bulmaya giden yol olarak görüyorum. Meselem bağlılıktır romanlarda dedim mülakatta. Alemde her şey ile her şey arasındaki bağda buluyorum kelimelerin birbirine kavuşma özlemini.

Sarılmayı bilmek gerekir, çünkü harfler ve kelimeler ancak birbirine kavuştuğunda kendi kastettiklerinin çok ötesindeki mânâlara ulaşırlar. Tenzihlerle, teşbihlerle, mecazlarla, tevriyelerle vesaire açılırlar, yepyeni çocuklar doğururlar. Benliksiz bir makamdan konuşurlar insana. Aşkın dilinden.

Aşktır çünkü insanın özündeki hammadde. Bu sohbetin, bu muhabbetin içindeyim, onun ürünüyüz hepimiz. Sevilmeyen yaratılamaz. Fakat bunu idrak etmemize benlik zaaflarımız bitmeyen davalarımız perde oluyor.

O perdeleri kaldırıp ardındaki yüzü görmeyi özlüyorum. O yüzü baktığım her şeyde görmeyi istiyorum (semme vechullah). Ve ancak dil ile gören biri olduğum için o yüzü işitmektir payıma düşen. Bunun için yazıyorum. Kendi kelimelerimde sevgilinin/sultanımın yüzünü işitmek için. Kalemi tutan el zaten kendi!

***

Aslında her seferinde verdiğim farklı cevaplar aynı amelin çeşitliliğini simgeliyor. Bu yüzden bir köşe yazısında -90’lı yıllardan beri düzenli yazıyorum- aynı mevzuda söz söyleyeceksem bile yazdıklarımdan yeni bir şey öğrenmiyorsam yazmam. Yazamam. Nitekim verdiğim cevaptan yola çıkarak başka bir soruya cevap yazmış oldum belki. İşte romanda en sevdiğim yolculuk:

Aynı imgeleri bir romandan diğerine her seferinde bambaşka kelime terkipleriyle farklı anlamlara büründürerek kullanmak! Bir ismi bir eylemi bir olayı ve hatta bir karakteri hiç çaktırmadan bir romandan diğerine bambaşka mecazlarla yetişkin kılmak.

Ateş ve Bahçe’den bir alıntı ile meramımı anlatabiliyorum: “Hep aynı elmayı uzatıyorum sana. Daha olgun artık.”

Has okurlar için bırakılmış minik ipuçları. Onları keşfetmek bir bilmeceyi çözmekten öte kendi içindeki bir kör noktaya yaklaştırsın istiyorum okuru. Böylece el ele el Hakk’a: Yazmak kendi gönlümün semalarından indirdiğim kelimelerle hepimize ait o yüzü okumaya ve okumak da okurlar için kendi romanını yazmaya dönüşüyor.

#Kültür
#Yaşam
#Türkiye
6 yıl önce
Kelimeler birbirine kavuştuğunda...
Efendimiz’in (sav) Zekâtı-2
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...