|
Kendine yabancı kalmışsan başkası da olamıyorsun!

Avrupa Parlamentosu için yapılan seçimlerde aşırı sağ partilerin oy oranı görünür biçimde yükseldi. Önümüzdeki dönemde pek çok farklı açıdan gündemimize yansıyacak bu toplumsal dönüşümün tezahürleri. Şimdilik bizdeki Avrupa"ya benzeme arzusuyla at başı giden Avrupa"dan farklılaşma eğilimimiz üzerinden açmak istiyorum mevzuyu.

Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu"nun bana da çok aşina gelen isabetli tespitiyle başlayayım: "Beni İtalyan sandılar; bana İspanyol muamelesi yaptılar diye sevinçten havalara uçan başka ülke insanları var mıdır??Almanlar benim Türk olduğumu anlamadı, diye kendine paye biçen bir tipe başka hangi ülkede rastlanır??İçinde hem sınıfsal hem de kültürel ne çok endişe, ne çok ayrımcılık ve eziklik barındırır bu sevinç!?Çünkü Türk olduğu anlaşılmamış ve böylece "Alamancı gurbetçi"lere; "kaba saba ve cahil" insanlara benzer bir yanı olmadığı onaylanmıştır."

İki asırdan beri hakim kültür bu benzeme gereğini bize ideolojik olarak kabul ettirmişti. Kendimden çıkayım yola. Seksenli yıllara rastlayan ve İstanbul"da yabancı lise ve üniversitede geçen öğrencilik hayatım boyunca gerek çevremizin gerek öğretmenlerimizin bize çizdiği rotanın ana izleği "Avrupalı"ya benzemek" idi. Biraz bilerek, biraz bilmeden, el yordamıyla farklılıklarımızı değil hep benzerliklerimizi görmeye çalıştık bizler de.

Benim için bunun olumlu yanı, hiçbir zaman büyük bir medeniyetin sadece kendi benzerlerinle kurulamayacağını idrak etmek oldu. Bizlere yabancı okulda okuyan kolej öğrencileri muamelesi yapıldığında hep şunu hissederim. Eğer yaşadığın topraklardaki "yerli" olan zevki, kültürü, hayat tarzını, alışkanlıklarını inkar etmiyorsan, onun içinden geçerken farklı olana da hayatında yer açabiliyorsan, yabancılarda kendini, kendinde yabancıları bulabilecek denli iç içe geçebiliyorsan: Çoğulcu medeniyet algısını içselleştirebiliyorsun.

Descartes"ı, Mozart"ı veya Kant"ı içine aldığın kadar Yunus"u, Mısri"yi, Itri"yi, Dede Efendi"yi, Süleyman Çelebi"yi de alabiliyorsan, güzel bir terkip oluşturabiliyorsun. Hakikatin menşei bir"dir nereden gelirse gelsin. Gelgelelim gerçek hayata baktığınızda hiç de böyle olmuyor. Aydınlanma"nın size yüklediği sözgelimi varoluş algısıyla kendi geleneğinizden gelen algı arasındaki fark ideal bir sentezle melezleştirmeye müsait değil.

Eklektik, temelsiz, etik ve estetikten uzak, tuhaf bir bakış oluşturuyor bu sizin hayatınızda veya ortaya koyduklarınızda. Melezleşmek için reaksiyona giren hep sizin algılarınız oluyor. Avrupalı"nınkiler değil! Aynı şekilde siyasi anlamıyla söylersek "ılımlı" bir dönüşümü mümkün kılacak bir melezleşme de çıkmıyor bundan. Çünkü benzeme çabası kendi kültürünü, algı geleneğini inkara dayanıyor büyük ölçüde.

Melezleşmek; toplumların hayatında kaçınılmazdır. Küresel dünyada daha da kolay gerçekleşiyor. Fakat kendini bilmemişsen, tanımamışsan, inkar etmişsen melezleşemiyorsun ki. Kendine yabancı kalmışsan, başkası da olamıyorsun.

Avrupa algımıza geri dönelim. AB siyasi bir yola girdiğinden beri gerek konjonktürel ve ekonomik, gerek sosyolojik etmenler sonucu artık bizdeki Avrupai hayat tarzını benimsemiş kitleler nezdinde dahi eskisi gibi "parıltılar medeniyeti" olmaktan ibaret değil. Bunun bir nedeni de elbet kendi hayatımızın dönüşümüyle ilgili.

Sadece küçük atılımlara bakalım bu yazıda. Memleketin farklı bölgelerinde terk edilmiş konakların, ibadethanelerin onarılması, birkaç kuşaktır el değmeyen çalgı aletlerinin hatırlanması, yerel el sanatlarının, çeyiz sandıklarında tozlanmış el işçiliğinin, unutulmuş yeme içme kültürlerinin yeniden canlandırılmaya çalışılması... Bu minik adımlar bugünün dilinde giderek küresel bir senteze dönüşüyor. Zamanın ruhuyla bu geleneksel kodların farklı veçheye bürünmelerini izliyoruz. İlle devlet katkısı beklemeyen vatandaşın daha sivil ve çoğulcu bir dürtüyle küresel dünyaya eklemlenme becerisi de cabası.

Bu onarım, restorasyon ve tadilatlar döneminde kör topal ilerliyoruz. Bir yandan da vahşi kapitalizmin her şeyi birörnekleştiren zevkine şehircilikten sanata hayatın her alanında esir düşüyoruz. Ama kendini hızla kendine hapseden Avrupalı"ya nazaran büyük bir genişleme arzusu var bizde. Hem göğsünü genişletme, hem ufkunu.

Bu arzunun sosyolojisi Avrupalı"nın hayat tarzını yakalamayı, eve ve aileye bakışına özenmeyi, kamusal hayatı kullanışını taklit etmeyi tek çıkış yolu olarak kodlamıyor. Aksine, yüksek sesle altını çiziyor farklılığın. Bize farklılaşmanın bir çatışma gerekçesi olduğunu dayatan söylemler karşısında kendi terminolojisini de hayatın çeşitli alanlarında oluşturmaya başladı.

AB Parlamentosu seçimlerindeki düşük oy kullanma oranını ve aşırı sağın yükselişini yorumlarken, bir yandan da Avrupa kurgusunu parlatıp besleyen "kenar ülke" halklarının "kendi olma" sosyolojisine bakma gereğini başka örneklerle hatırlamaya devam edeceğim inşallah.

10 yıl önce
Kendine yabancı kalmışsan başkası da olamıyorsun!
Bir hilâl / bir lâle uğruna, yani senin uğruna (yârabb!)
Her şey yalanmış…
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’