|
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?

Davul ve zurna ile gelen inkılâplar çok önemli değildir. Gümbürtüleri fazla olur, fakat hayattaki etkileri yüzeyde kalır. Yeni bir moda rüzgârı ile çok çabuk sarsılırlar. Önemli olan zihniyetteki inkılâplardır; çünkü her toplum zihniyetine göre dünyasını kurar. Zihniyetin oluşmasında itikadı hususlar en temel unsurlardır. Nasıl ki sağlıklı bir insanda zihniyet ile itikadın uyumu şartsa, toplumlarda da öyledir; aksi bir durum şizofrenik bir olaya sebebiyet verir.

***

Ne diğer dinler, ne de beşeri bir ideoloji İslamiyet kadar ilmi ve âlimi övmemiş, lüzumuna işaret etmemiştir. İslamiyet bütün insanların Hz. Âdem’in çocukları olduğunu ve hepsinin de ‘Tarak dişi’ gibi eşitliğini ilan eder. Yalnız iki insanın farklılığına işaret etmektedir:

‘‘Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?’’

İlmin ve düşüncenin önemini zihinlere nakşeden pek çok ayet ve hadisi kendilerine rehber kabul eden Müslümanlar, İslamiyet’in ilk yüzyıllarında derin heyecanlarla çeşitli ilimlere sarıldılar. Dönemin imkânları elverdiği ölçüde, ilim öğrenme gayreti ile dünyanın çeşitli bölgelerine dağıldılar. Buralarda öğrendikleri ve kendi ürettikleri bilgiler ile Medine, Mekke, Bağdat, Şam ilim merkezleri haline geldi. Daha sonraları Taşkent, Semerkant, Buhara gibi diğer Orta Asya şehirleri bunlara katıldılar. O dönemde bu şehirlere gelen kervancılar, şehrin giriş kapılarına asılı kâğıtlarda, hangi âlimin, hangi cami veya medresede, saat kaçta ne gibi konular hakkında ders ve sohbet yapacağını okurlardı. Vakit buldukça ilgi duyduklarına katılırlardı. Daha sonraları, Müslümanların kurdukları ilme hizmet eden vakıflar, İslam ülkelerinin en ücra köşelerine yayılmıştı. Bütün İslam dünyasında baş döndürücü ilmi bir seferberlik hâkimdi. Zaten bunun içindir ki, İslamiyet kısa zamanda doğuda Çin Seddi’ne, batıda Atlas Okyanus’una dayanmıştı.

***

Peygamber Efendimizden bir süre sonra İslam dünyasında çok değişik telakkilere rastlıyoruz. Sahte peygamberler, şirke esas olacak inançlar ortalıkta cirit atıyordu. İslamiyet’te, Allah’ın birliği ve Peygamber Efendimizin Onun Resulü olduğu her şeyin esası idi. Dolayısı ile şirk bütün kötülüklerin anası idi. İmamı Eşari Hazretleri bunlarla mücadeleyi şiar edinmişti. Bunun da biricik yolunun Kur’an ve hadisleri zihinlere yerleştirmek olduğuna inanıyordu. Onun kanaatince ilim sevabını sadece Kur’an ve hadisler verirdi. Asıl olan onlardı. Diğer ilimleri bilmek faydadan hali değildi, çünkü bunlar ilim sevabı vermezlerdi. ‘Allah indinde makbul olmayan ilimleri ben ne yapacağım?’ gerekçesi ile Müslümanlar diğer ilimleri medreseden atmaya başladılar. Peygamber Efendimizden birkaç yüzyıl sonra insanlığın ışık kaynağı olan Mekke, Medine de ilimin durakladığını, hatta sönen ilimlerin kabuk bağladıklarına şahit oluyoruz. Bu dönemde, İslam dünyasında ilim sadece Maveraünnehirde üretiliyordu. Çünkü burada yaşayanlar, yani Türkler, Gök Tanrı dininden İslamiyet’e geçtikleri için şirkin hortlamasından endişe etmiyorlardı. Kur’an ve hadisin dışındaki ilimlere felsefe deniyordu. Buralarda felsefe; yani matematik, fizik, kimya, astronomi gibi ilimler okutulmaya devam edilmişti. Zira söz konusu bölgede itikatta Mâtürîdî mezhebi hâkimdi; onlara göre bu felsefi bilimlerde ilim sevabı veriyordu. Çünkü bunlarda Allah’ın azametini ortaya koyuyordu; bunlardan haberdar olanın inancı ile haberdar olmayanın inancı bir değildi. İbni Sina, Farabi, Biruni gibi ilimde köşe taşı olan daha pek çok âlim bu bölgeden yetişmişti.

Bu konuda bir hususun altını mutlaka çizmeliyiz. Elbette ki Eşari ve Mâtürîdî mezhepleri haktır. Eşari mezhebini tenkit etmek kesinlikle aklımızın ucundan geçmez. Buna da hattimizin olmadığına inanmaktayız. Burada ortaya koymaya çalıştığımız husus, biz Müslümanların mezhep imamlarının fonksiyonlarını değerlendiremediğimizdir. Zira imamlar, yaşadıkları dönemlerdeki ümmetin ihtiyaçlarına göre içtihatta bulunurlar; sonra şartlar değişince, imamın ve takipçisinin içtihadı da değişir. Bu durumu, İmam-ı Şafi’nin hayatında net bir şekilde görüyoruz. Mısır’daki içtihadı ile Bağdat’ta ki içtihadı farklıdır. Tabi bu yeni içtihadı da yine Kur’an ve sünnet esasına dayanır.

Sonuç olarak bizler İmam-ı Eşari hazretlerinin böyle bir içtihadı niçin yaptığını değerlendiremediğimizi söylemeye çalışıyoruz.

#İslamiyet
#Bağdat
#Maveraünnehir
#Mekke
7 yıl önce
Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
Zaman neden hızlandı, ne yapacağız şimdi?
Çilingirin sabrı
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından