|
Tarihimizde önemli bir tartışma!

Babanzâdeler’ ülkemizin tanınmış ailelerinden biridir.

Onların bu tanınmışlığı biraz da meclis yoklaması sırasında İsmail Hakkı Bey’in; Balıkesir milletvekili, aynı zamanda meclis zabıt kâtipliği yapan Abdülaziz Mecdi Bey’in ‘Babanzâde’ kelimesini, yanlışlıkla ‘Yabanzâde’ şeklinde okumasına karşılık onu “Baban’dır,” şeklinde düzeltmesi sözünden ileri gelir.

Bu yazımızda ‘Babanzâde’ ailesinin en seçkin ferdi, Mustafa Zihni Paşa’nın oğlu Ahmet Naim Bey’den söz edeceğiz.

Ahmed Naim Bey Galatasaray Sultanîsi’ni, ardından Mülkiye Mektebi’ni bitirdi. Kısa bir süre Hariciye Nezareti’nin tercüme kaleminde çalıştıktan sonra Maarif Nezareti Yüksek Tedrisat Müdürlüğü’ne getirildi. Bundan sonra kendisini ilim ve irfana verdi. Önce Galatasaray Sultanîsi’nde Arapça okuttu; onu takiben Edebiyat Fakültesi’nde felsefe, mantık, ruhiyat ve ahlâk dersleri hocalığı yaptı. 1933’da üniversitelerimiz yeniden yapılanırken Ahmet Naim Bey de açıkta kaldı! Aslında Arapça, Farsça, Fransızcayı çok iyi bilirdi, Doğu ve Batı kültürlerini şahsında mezcetmişti. İlim aşığı idi; ‘İlim müminin yitik malıdır, nerede bulsa onu alır’ meâlindeki Hadis-i Şerif’in tam bir uygulayıcısı idi. İyi bir felsefeci olduğu için maddeciliğin amansız düşmanı idi. Bu yüzden ardında sayısız düşmanlar peydahlandı.

***

Dilimiz, kültürümüzün ve ilmimizin aynası idi; bunun için Ahmet Naim Bey onun hassasiyeti üzerinde duruyordu. İlmi terimlere dokunmadan Türkçenin arındırılması ve üslubunun sadeleştirilmesi önemli gayelerinden birisiydi. Diyanet İşleri Teşkilâtı’nın İslâm Ansiklopedisi onun hakkında şu ifadeyi kullanmaktadır:

“Kendisine ‘Arapçacı’ denmesine rağmen yazılarında Türkçeyi ustalıkla kullandı.”

***

Hatta onun, Mehmet Âkif’le birlikte Âsım Efendi’nin Kâmus tercümesindeki Türkçe kelimeleri seçerek bir Türk Lûgatı yapmaya çalıştığı, ancak bu teşebbüsünün yarım kaldığı bilinmektedir. Ansiklopedinin aynı maddesinde onun hakkında şu ifadeleri de okumaktayız:

“Velut bir yazar değildi; lâkin yazacağı konuyu Doğu ve Batı kaynaklarından inceledikten sonra kaleme alırdı. Taklitçi ve kuru bir mütercim olmayıp, tenkit ve tercihler yapan bir düşünürdü. Özellikle tercümelerinde terimlerin tam karşılığını bulmak için büyük titizlik göstermiştir. Felsefe alanında değerli bir mütercim olduğunu, Georges Fonsgrive’nin birçok terim ihtiva eden psikoloji kitabını İlmü’n - Nefs adı ile Türkçeye çevirmesiyle ispat etmiştir.”

Babanzâde Ahmet Naim Bey’in hayatı, Benî Âdem gözüyle dört dörtlük İslâmî bir hayattı:

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır,” meâlindeki hadis-i şerifi hayatında aynen uygulardı. İslâm dinine yapılan hücumlar karşısında kükremesini bilirdi. Bilhassa Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim’ine en ciddi tepkiyi gösteren odur. ‘İslâm’da Dâvâ-yı Kavmiyet’ adlı eserini kaleme aldı; bunda, İslâm içindeki milletlerin nelere dikkat etmesini ilmî bir üslup ile ortaya koydu.

***

Bugünkü Edebiyat Fakültesi’nde, yani milletin o zaman vermiş olduğu adla Zeynep Hanım Konağı’nda Kâtib-i Umumî Behçet Bey’in odasında, Ahmet Naim Bey’le büyük şâirlerimizden Yahya Kemal (Beyatlı) Bey, İslâmiyet’in terakkisine dair sert bir münakaşaya tutuştular. Aralarındaki konu, İstanbul’un tarihî semti Eyüp Sultan’a dairdi.

Ahmet Naim Bey İslâmî konulardan kesinlikle taviz vermezdi.

“Mesela bugünkü yazınız gibi yazılardan” diye söze başladı ve şöyle devam etti:

“Zaten dalâlete düşmüş olan bu zavallı milleti daima şaşırtıyorsunuz. Bir zaman Türkçülük ile şimdi de İslâmiyet’i efsaneler üzerinde kurulmuş bir din gibi göstererek… Hâsılı bu şaşırmış halkı daha da şaşırtmak için bin türlü şey icat ediyorsunuz. Abdullah Cevdet’in dinsizliğinden korkumuz yoktur, çünkü asaleten dinsizdir ve maddidir; İslâmiyet’i yıkmaz. Hâlbuki sizin ‘Tevhidi Efkâr’ da bir seneden beri çıkan bu yazılarınız İslâm akâidini ve esâsatını baştanbaşa tahrif ediyor.

Beyefendi! İslâmiyet’te ölülere ibadet, mezarlara muhabbet, ölmüş insanları filân veya falan semtte hâzır ve nâzır zannetmek gibi itikadlara yer yoktur!”

***

Ahmet Naim Bey coşmuştu. Yahya Kemal’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu:

“Siz kaç kişisiniz? Çoksanız bile bütün Türk milletinin tarihî hatıralarına ne karışırsınız? Türk milleti, dinini istediği gibi benimsemiştir; Diyanetini vatanın toprağına tahayyül ettiği şekilde karıştırmıştır. Biz dediğiniz zevat kalkıp da:

‘Ey Türkler, İslâmiyet sizin vatan toprağınıza bigânedir, sizin milliyetinizi ve diğer kavimlerin de milletlerini tanımaz. Sizin filân veya falan vatana, İslâmiyet’in ruhaniyetini şu bu şekilde, hülasa putperest hane bir itikad bakiyesi ile izafe edilmesini İslâmiyet istemez!’ demeniz ile şu memlekette emin olunuz ki yaprak kıpırdamaz.

İslâmiyet olsun, Hıristiyanlık olsun, diğer dinler olsun, bütün milletler daima kendi hilkatleri ile temayülleri ile muhayyileleriyle, ihtiyaçları ile karıştırarak kabul etmişlerdir ve başka türlü olmalarına da zaten imkân yoktur. Nihayet ben şikâyet ettiğiniz bu yazılarda, bu milletin inanmadığı bir şeyden bahsetmiş değilim. Siz ki bu yüzden bana karşı bu kadar asabisiniz... Bu halka karşı:

‘Hz Eyüp’ün mezarı ne demektir, böyle bir şey yoktur, böyle bir mevhumenin ziyaret edilmesi İslâm akâidine mugayirdir. Hatta Hz. Peygamberin Medine’deki mezarını da ziyaret etmek ve orada bir ruhaniyet görmek İslâm’a son derece mugayir bir dalalettir; Bunları hemen kaldırınız!’ demektir.”

Münakaşa büyüdü, orada da kalmadı. Aralarında soğuk rüzgârlar esmeye başladı…
#İnanç
#Tartışma
6 yıl önce
Tarihimizde önemli bir tartışma!
Türkiye’nin tezlerini kim anlatacak…
Enflasyon ile mücadelede beklentileri kırmak ve fiyat yapışkanlığının önüne geçmek
Cari açık ve Gabar’dan gelecek 3,2 milyar dolar
Küresel savaşın kaçınılmazlığına dâir
Yeni tehditler ve Türkiye’nin kurumsal güncellenmesi